Aira Yaroglek'e bilmesi gereken her şeyi söylemişti. Kimi bulması gerektiğini, nerede bulabileceğini, yardımına karşılık ne istediğini. Nordların Kalradya'dan sürülmesi ile Svadya'nın yemi olmaya bir adım daha yaklaşak Yaroglek Aira ne isterse yapardı. Bu yüzden adını bilmediği ama tehlikeli olduğunu bildiği bu Escherion'u durduracaktı. Ne pahasına olursa olsun. Hem zaten Aira ondan öncelikle krallığını kurtarmasını istemiş, ona iki kahraman vaat etmişti. Yani Escherion denen adamı düşünmek için daha çok zamanı vardı. Önce Jeoffrey'i bulması gerekiyordu. Aira bunu nasıl yapması gerektiğini de ona söylemişti. Çok şanslıydı, düşünmesi gereken her şeyi ana tanrıça onun için düşünmüştü.
Kont Mirchaud'un kibirli kafasının bedeninden ayrılmasını zevkle izledi. Bu dili büyük, boş konuşan, etrafa tehdit sallamaktan başka bir yeteneği olmayan adamı hiç sevmezdi zaten. Ancak bu Svadya Krallığı'na taarruz için bir sebep vermesi anlamına gelmişti. Trovion'un görevini hızla tamamlaması gerekecekti.
Yaroglek, Boyarların donup kaldığı konseye baktı ve sessizliği bozdu:
"Aira bize zaferi müjdeledi. Svadyalılar ile savaştığımızda, her şey bizim lehimize işleyecek. Zaman bizim yanımızda. Tanrılar bizim yanımızda. Aira onları zor durumlarda bırakacak, ilerleyişlerini yavaşlatacak. Bize iki tane yiğit savaşçı verecek. O, bizi ödüllendirecek."
Boyarlar sevinç çığlığı atmamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Zaten tanrılara sadık olan Vaegirlerin sonunda kazanabilecekleri en büyük müttefiki kazanmaları boyarlar için savaşın bittiği anlamına geliyordu. Svadyalılar darmadağın olacaktı.
"Ancak, Aira'nın bizden bir isteği var. Karanlık İmparator'un son Veliahtı olan Escherion'u öldürmemiz. Zor bir görev olacak ama önümüzde bunu düşünmek için çok zaman var."
Karanlık İmparator lafını duyanlar endişeyle dolsa da bu sorunu düşünmek için hala zamanları olması biz nebze rahatlatıcıydı. Ayrıca Aira iki tane kahraman vaat etmişti. Yani Escherion denen kişi de çok sorun olmayacaktı herhalde.
"Aira ilk savaşçıyı Uxkhal Şehri'nde bulabileceğimizi söyledi. Bu yüzden bu göreve layık gördüğüm kişi yanında en fazla 10 askerle gidecek ve kendilerini gizleyecekler. Trovion, yanına 10 kişi al ve Uxkhal şehrine yola çık. Düşmanlarımızın diyarlarında gezeceksin evlat. Dikkatli ol."
Kısa bir duraklamadan sonra Yaroglek devam etti:
"Biz ize düşmanlarımızın dikkatini dağıtmak için, Dramug Kale'sine asker konumlandıracağız. Böylece Svadya'lıların dikkatini Başkentimizden çekmiş olacağız. Tanrılar hepimizle olsun."
Konseyin Yaroglek tarafından dağıtılmasından sonra Trovion, kafasındaki soru işaretlerini gidermek için Kral ile konuşmak istedi. Ancak tanrıların planlarını Krallarla paylaşmadıklarını hatırlayarak bu düşüncesinden vazgeçti. Bir an önce Uxkhal Şehri'ne varmalıydı. Yanına 3 Vaegir Nişancısı, 3 Vaegir Şövalyesi ve 4 tane de Vaegir Muhafızı aldı. Kendilerini birer tüccar gibi göstermek amacıyla bir kervan aldılar. 3 Şövalye ve Trovion kervanı koruyan atlılar olacaktı, Nişancılar ile Muhafızlar ise iki tane at arabasına dağıtılacaklardı. Ağır zırhlarını arabaların içinde saklayacak, yanlarında az sayıda silah taşıyacaklardı. Öndeki Arabaya Muhafızları, arkadakine ise Nişancıları yerleştirdiler ve bol sayıda erzak ile arabaları doldurdular. Bu erzaklar hem onları tüccar gibi gösterecekti, hem de yoldaki ihtiyaçlarını karşılayacaktı. Trovion ile bir tane Şövalye öndeki arabanın iki yanına konumlandılar, diğer iki şövalye ise onları takip edecek şekilde yerlerini aldılar. Reyvadin şehrinden yaşlıların duaları, gençlerin coşkulu kutlamaları arasında çıkarken Trovion, şehre bir kez daha baktı. Acaba bu şehri bir daha görebilecek miydi? Ya da geri geldiği zaman bu şehir başkalarının eline mi geçmiş olacaktı? Hiç bilmiyordu. Bildiği bir tek şey vardı. O da artık geri dönüş yoktu.
Kervan Reyvadin Şehri'nden oldukça uzaklaşmıştı artık. İlk durakları Knudarr Kalesine yakın bir yerde olan Mechin köyüydü. Knudarr Kalesi'ne yaklaşıp oradan köye giderlerse hem onlar için kolay bir yolculuk olurdu, hem de haydutlarla uğraşmak zorunda kalmazlardı. Ancak kendilerini küçük çaplı bir kervan gibi saklamış olsalar bile çok fazla Svadyalı gözü üzerlerinde görmek istemezlerdi. Bu yüzden daha tehlikeli olan yerden gideceklerdi köye, ormandan. Orman haydutlar için muhteşem bir yerdi. Hem saklanması kolay bir yerdi, hem de devriyeler bile ormana fazla uğramazdı. Bu yüzden haydutlar Mechin Köyünün üst tarafındaki ormanda kendilerine bir in yapmışlardı bile. Trovion onları mümkün olduğunca çabuk aradan çıkartmalıydı.
Öğlen güneşine rağmen hava oldukça serindi. "Herhalde bu da Aira'nın bize bir hediyesi" diye düşündü Trovion. Çünkü son 1 aydır bu topraklarda rüzgarın estiğine hiç şahit olmamıştı. Köylülerin "kuru yaz" dedikleri bir şeydi bu. Ancak şu anda ise askerler kendi evlerindeymiş gibi rahattı hava konusunda.
Güneşin batmasına birkaç saat kala ormanın tehlikeli bölümüne yaklaştılar. Atların ayak sesleri ve arabaların tekerleklerinin sesleri dışında hiçbir şey yoktu. Bu fazlasıyla tehlikeliydi. Çünkü bu saatlerde genelde kuşlar hala ötüyor olurdu, baykuşlar ise ağaçlardaki yerlerini yavaş yavaş almaya başlarlardı. Ama şu anda, sanki orman ölmüştü. Trovion huzursuzca etrafına baktı. Etrafta muhteşem görünüşlü ağaçlar dışında hiçbir şey yoktu. Dallar, çok iyi birer saklanma yeri oluşturabilir gibi duruyordu. Yol olması gerekenden daha iyi gözüküyordu. Trovion rahatsız oluyordu. Nedenini bilmediği bir rahatsızlık. Belki hastalığı yüzündendi bu. Ona kendini tehlikedeymiş gibi hissettiriyordu belki de? Peki ya gerçekten tehlikedeyseler?
Trovion istemsice bir ağacın dalına baktı, orada aradığı şeyi gördü. Bir haydut. Ağacın gür ve bol yaprakları arasında gizlenmişti ama yayına taktığı okun ucu güneş ışığında parlıyordu. Trovion onu görmemiş gibi davranmaya karar verdi. Ne de olsa yayın ipini serbest bıraktığında aralarından birini öldürebilirdi. Trovion etrafa baktığında durumun sandığından daha da kötü olduğunu gördü. Neredeyse her ağacın başında biri vardı. Hemen bir çözüm üretmeliydi.
Trovion kafasından planlar yaparken birden yola biri çıktı. Kervanı durduran adam, Trovion'a dönerek sordu:
"Yolunuzu mu kaybettiniz beyim?"
"Hayır. İşim gereği bu ormandan geçmem gerekiyor."
Aldığı cevaptan memnun kalan adam şansını biraz daha zorlamaya karar verdi.
"Sanırım bu ormanın bizim evimiz olduğundan haberiniz yoktu değil mi?"
Trovion biraz duraksadı. Ne söylemesi gerektiğini düşündü. Ancak aklına hiçbir şey gelmiyordu.
"Buranın sizin eviniz olduğundan haberim yoktu. Rahatsızlık verdiğimiz için özür dileriz. Zaten birkaç biz de ormandan çıkmak üzere gidiyorduk."
"Anlıyorum beyim. Ancak, bize geçiş için biraz ücret ödemek zorundasınız. Ya da kervanınızdaki erzağın yarısını alabiliriz."
Ağaçların tepelerindeki haydutlar kendilerini açığa çıkardı. Belki 20 tane, belki de 30 tane vardılar. Trovion bu durumla baş edemeyeceklerini biliyordu. Bir şeyler yapmalıydı.
Birden yeri göğü inleten bir kurt uluması duydular. Haydutlar bir anda gözden kayboldu. Yollarına çıkan adam bile kaçmaya başladı. Demek ki bu kurt tehlikeli bir şeydi. Kervan'ı harekete geçirmeye fırsat bulamadan yollarına çıkan adamın acı içindeki çığlığını duydular. Daha sonra adamın kaçtığı yönden simsiyah bir kurt Trovion'un önüne atladı. Kurt neredeyse bir at kadar büyüktü. Kan kırmızısı gözleri ile yeni parçaladığı avının kanının dişlerinde oluşturduğu desen çok uyumluydu. Kurt kaskatı kesilmiş saldırmak için bekliyordu. Sanki birinin emrini bekliyordu saldırmak için.
"Otur!"
Sesin geldiği yöne bakan Trovion altın zırhlı birini gördü. Adamın zırhı güneş gibi parlıyordu. Kemerine yerleştirilmiş kınında bir kılıç ve sırtına yerleştirdiği bir yayı vardı savaşçının. Savaşçının yayı vardı ama sadağı yoktu. Bu nasıl olabilirdi ki? Sırtındaki yay da Vaegir destanlarında anlatılan "Shard"a çok benziyordu. Sargoth şehrine ismini veren Tanrı-Kral Sargoth'un işini bitiren Vaegirli bir savaşçının efsanevi yayı "Shard". Acaba bu olabilir miydi? Eğer öyleyse karşısındaki adam kim idi?
Adam sanki Trovion'un zihnini okumuş gibiydi.
"Evet, bu yay o yay. Ayrıca ismimi de söyleyeyim. Ben Jovarn."
Trovion sanki bu adamı tanıyor gibiydi. Etkilendiğini belli etmeden konuştu.
"Ben Trovion. Vaegir Kralı Yaroglek'in emri üzerine Aira'nın bize vaat ettiği savaşçıları bulmaya gidiyorum."
Jovarn bir süre düşündü ve ondan sonra bu cevaptan mutsuz kaldığını belli edercesine konuştu.
"Demek seninle gelmek zorundayım. Yazık, bir süre daha bu haydutları altına yaptırabilirim diye düşünüyordum. Evet, sanırım Uxkhal Şehrine gidiyorsun?"
Trovion artık şaşırmıyordu. Ölümsüzler ilginç canlılardı. O da buna alışmıştı. Yabancıyı ilk arabaya aldılar. Yollarına devam edeceklerdi. Daha Uxkhal Şehrine gelmelerine çok vardı.
************
Kral Harlaus, Dhirim'de krallığına ziyafet verirken heyecanlı ve fazlasıyla umutluydu. Ordusu çok güçlüydü, askerler savaş isteğiyle yanıp tutuşuyordu, zırhları, kılıçları, arbaletleri, atları, atlarının zırhları... Hepsi diyarın en iyilerindendi. Her şey zaferini işaret ediyordu.
Şarapların içildiği, naraların ve diğer krallıkları hor gören hakaretlerin havalarda uçuştuğu bu ziyafette herkesin yanakları alkolün sıcaklığıyla pespembe olmuştu, herkes coşkuluydu. Reyvadin Şehri'nden Kont Mirchaud ile uşağının geldiği duyuruldu. En azından Mirchaud kutlamayı kaçırmamıştı.
Mirchaud'un uşağı içeri girdi. Herkesin gözleri Mirchaud'u aradı ama kimse onu göremedi. Bir terslik mi vardı yoksa? Uşağın gözlerinde korku vardı. Ne olmuştu? Vaegirler Kont Mirchaud'a bir şey mi yapmıştı yoksa? Vaegirler savaş istemediklerini söylememişler miydi?
Uşak hiçbir söz söylemeden Harlaus'un önüne bir kutu koydu. Kutu kenarları altın olan bir sandık şeklindeydi. Oldukça kaliteli ve pahalı gözüküyordu. Harlaus, uşağa kutuyu açmasını emretti. Uşak kutunun üst kapağını tuttu, bir süre o şekilde bekledi. Daha sonra kapağı kaldırdı.
Kapağı kaldırmasıyla odaya çürük bir koku dolması bir oldu. Harlaus'un yüzündeki dehşeti görenler yavaşça kutuya doğru yöneldi. Belki on belki on beş saniye içinde herkes dehşet içinde kalmıştı. O pahalı kutunun içinde Kont Mirchaud'un bedeninden ayrılmış kafası duruyordu. Çürümeye yüz tutmuş, gözleri oyulmuş, dili kesilmişti. Kafasına da Harlaus'un tacına benzer bakır bir taç takılmıştı. Bu 6 krallığın ilk zamanlarında göçebe barbarların, Vaegirlere savaş ilan edişinin tıpatıp aynısıydı. Yaroglek, Harlaus'a açıkça meydan okumuştu. Harlaus hiddetle ayağa kalktı, Mirchaud'un uşağına sordu:
"Yeri söylediler mi?"
"Dramug Kalesi ile Tilbaut Kalesi'nin arasındaki düzlük arazide bekleyeceklerini söylediler kralım."
Harlaus, uşağa çekilebilirsin anlamında işaret verdi. Harlaus'un gözünü kan hırsı bürümüştü. Taktiksel düşünmeyecekti. Bütün diyardaki en iyi ekipmanlar, en güçlü ordu ondaydı. Vaegirler onları tuzağa düşürse bile Harlaus zafer şarabını Yaroglek'in kafatasından içecekti. Bu bardağı taşıran son damlaydı. Vaegirlerin hepsini kılıçtan geçirecekti. Bütün yayaları, Svadya Atlarının toynakları altında ezilecekti.