Soylu Haydut Üçlemesi 1. Kitap Final [14 Temmuz 2012]

Users who are viewing this thread

Status
Not open for further replies.
6. Bölüm hazır. İyi okumalar...

Uyandığımda yanımda elinde tıbbi araçlar olan bir adam vardı. Bana gülümsüyordu ve rahatlatıcı bir şekilde:

-Tanrıya şükür kendine gelebildin! Hayati tehlikeyi atlattın.

Derken içeri biri girdi; Kral Graveth! Bana bakıp hekime “Thermicias bu mu?” diye sordu. Adam başı ile onayladıktan sonra çadırdan çıktı. Kral Graveth bana mutlu bir tavırla baktı ve:

-Maras Kalesi sınır ama oradan kuşatılmak aklımın ucundan geçmezdi.

Dedi. Sırtımdaki ağrı yüzünden rahat doğrulamadım ama doğrulduktan sonra:

-Yardım etmekten onur duyarım efendim. Maras Kalesi kurtuldu mu?

-Hayır, ama savaş bizim lehimizde ilerliyor. Getirdiğin o mektup olmasaydı şu anda burada Svadya’nın sancağı dalgalanıyor olurdu. Çok teşekkürler. Seni nasıl ödüllendirebilirim?

-Ödüle gerek yok efendim. Ben bir Rodok olarak yapmam gerekeni yaptım. Elime geçen ilk fırsatta Rodok aleyhine yapılan bir planı size ulaştırmam ödüllük bir şey değil.

Dediğimde güldü.

-Elbette ki ödüllendirilmelisin Thermicias. Lord Raichs hayatını sana borçlu.

Hafifçe gülümsedikten sonra:

-Bu arada, adımı nereden biliyorsunuz, kralım?

-Mektubu koyduğun zarfa yazmışsın.

-Ah! Hatırladım.

Dedikten sonra gök gürültüsünü andıran bir ses çıktı. Mancınıklardan biri surları vurup surun bir kısmını yıkmıştı. Graveth kaskını giyip hızla dışarı fırladı. O sırada hekim içeri girdi. Yanında birkaç ile asker yaralıları getiriyordu.  Kalkmaya çalıştığımda hekim gelip beni durdurdu.

-Dinlenmelisin.

Dedikten sonra yaralılara yardıma geri döndü…



Birkaç saat içerisinde kılıç sesleri azalmaya başlamıştı ama arada bağrışmalar duyuluyordu. Aniden içeriye bir Svadya askeri girdi. Hekime doğru yaklaşırken kafasına çift elli satır indi…

Yanımdaki yaralılardan bazıları kurtarılamamıştı ancak hekim birkaç yaralının yaralarını hafiflettikten sonra beni tedavi etmeye devam etti. Sırtımdaki sargıları çıkarıp sırtıma göz attıktan sonra vücudumun kendini çok hızlı iyileştirdiğini ve yaranın az da olsa kapanmaya başladığını söyledi. Sonra da oraya pansuman yaptı. İlk olarak inanılmaz bir acı hissettim ama sonra acı hissetmemeye başladım. Sonra hekim orayı tekrar sardı…



Dışarıdaki kılıç sesleri tamamen kesilmişti. En sonunda Graveth’in bağrışını duydum, “Zafer!”. Graveth cümleyi bitirdiğinde herkes coşkuyla bağırdı. Böyle demeyi sevmiyorum ama benim sayemde kazandılar… Bir süre sonra tüm lordlar ve Kral Graveth çadıra girdi. Kral beni göstererek:

-Savaşı bu adam sayesinde kazandık dostlarım! Thermicias, Maras Kalesi’ni kurtaran asıl kişidir!

Dedikten sonra herkes alkışladı. Ben de övgüyü başımla kabul ettikten sonra sonra:

-Kuşatmayı ben engellemedim kralım. Tüm övgüyü askerleriniz hak ediyor.

Dedikten sonra Graveth:

-Sen olmasaydın o askerler şu anda burada olmazdı. Büyük işleri başaran vücudum gövdesi, kolları ya da bacakları değildir, ( Parmağını şakağına dayayıp) beynidir.

Dedikten sonra hafifçe gülümsedi. Diğer kontlar da başı ile onayladı. Kont Raichs ise hayatımı kurtardığım için bana çok teşekkür ettiğini söyledi.

Küçük çaplı tebrik konuşmasından sonra tüm lordlar ve kral çadırdan ayrıldı. Hekim ise birkaç saat uyumamı söyledi… Uyandığımda hekim çadırda yoktu. Çok geçmeden çadıra girip sargımı açtı ve yarama baktı. Yaramın çoğu kapanmıştı. Hekim tekrar pansuman yapıp yaramı sardı ve iki güne kalmadan iyileşeceğimi söyledi.

…[Bir gün sonra]

Yaram hala biraz acıyordu. Ama hekim artık kalkabileceğimi söyleyince hemen kalenin içinde yürümeye çıktım. İlk adımlarımda bacaklarımın uzun süre kullanılmadığı için uyuştuğunu hissediyordum. Ama zamanla bacaklarım rahatlıyordu. En sonunda da hiçbir şey hissetmeden rahatça yürüyordum. Sonra hekime teşekkür etmeyi unuttuğumu hatırlayıp çadıra geri döndüm. Tam ben girerken bir Rodok askeri de dışarı çıkıyordu. Tam çarpışıyorduk ki aniden durdum. Adama yol verecektim ki asker “Kral Graveth sizi çağırıyor.” diyip beni saraya götürdü. Saraya girdiğimde Kral Graveth ve Lord Raichs tahtlarına oturuyordu. Ben gelince Lord Raichs’in yüzünde bir tebessüm belirdi. Graveth ise “Hoş geldin Thermicias.”  diyip “Yanıma gel.” der gibi işaret etti. Yanlarına gelince başım ile Lord Raichs’e selam verip Kral Graveth’in önünde eğilip “Kralım, beni çağırmışsınız?” dedim. Kendimi resmen bir Rodok gibi hissediyordum. Kısa süreliğine de olsa bozkır haydutluğunu unutmuştum… Graveth beni ayağa kaldırıp “Lord Raichs’in sana söylemek istediği bir şey var.” dedi. Raichs Kraldan izin aldıktan sonra konuşmaya başladı:

-Thermicias, biliyorsun ki köyüm Svadya askerlerince yağmalandı.

Başımla onayladım.

-Köy yağmalandığında en erken bir-iki ayda köylülerce durum düzeltilebiliyor. Senden, diğer köylerimizden,  köyüm İstinar’a erzak ve tarımsal gelişim için tohum ve tahıl getirmeni istiyorum. Ayrıca köylülerime silah eğitimi vermeni de istiyorum.

-İstediğiniz eğitim ancak yay-ok ve çift elli silah eğitimi olursa bunu yapabilirim çünkü diğer silahlar hakkında tecrübem yok.

Raichs başı ile onaylayarak:

-Yay ve ok eğitimi verirsen okçular kendilerini pekâlâ koruyabilirler.

Kafam ile selam vererek dışarı çıktım. Çıktığımda direk köye yöneldim. Köye geldiğimde köydeki yangın söndürülüyordu. Köyün içerisinde birkaç arbaletçi nöbet tutuyordu. Köye girip köy yaşlısını buldum:

-İyi günler.

-Ah! Günaydın efendim.

-Lord Raichs beni köyünüze ne kadar erzak, tahıl ve tohum lazımsa getirmemi söyledi.

-Hımm… Erzak olarak toplam bin dinarlık et, ekmek, yağ ve balık lazım.

Diyip bir kese dolusu para verdi.

-Burada bin dinar var. Tahıl ve tohum için beş yüz dinar yeter.

Diyip elime bir kese daha tutuşturdu.

-Burada da iki yüz dinar var. Bir köyde satman için de kumaş vereceğim. Biraz bekle.

Diyip arkasındaki kulübeye girdi. Kısa süre sonra elinde sağlam bir çubuğa sarılmış bolca kumaş ile dışarı çıktı. Kumaşı bana verip iyi yolculuklar diledi.

Yürüyerek gitmek insanı çok yoruyor açıkçası… Ama mecburdum. Aslında yolum da kısaydı. Bir sonraki köye gelene kadar hiç dinlenmedim. Ama itiraf etmeliyim ki geldiğimde çok yorgundum. Köy yaşlısına yürüyüp gerekli malzemeleri aldım ve parayı eksiksiz bir şekilde ödedim. Hatta kumaş üç yüz dinardan fazlaymış. O yüzden su ve ekmek alma şansım oldu. Yolda da suyumu ve ekmeğimi bitirdim…

Köye geldiğimde bir sürü isabet tahtası vardı. Yanlarında ise yay ve ok. Erzakları ve tahıl ve tohumu köy yaşlısına verdikten sonra herkese birer yay ve ok almalarını söyledim. O sırada ben kendi yay ve okumu çıkarmıştım.

-Yayınıza oku yerleştirdikten sonra, güçlü bir şekilde gerin.

Herkes dediğimi zorlansalar da yaptı. Biri ise hiç zorlanmadan yayı gerdi.

-Hedefe odaklanın. Hedef uzaktaysa yayınızı biraz yukarıda tutun.

Diye anlattım.

-İyice odaklandığınızda da (oku yaydan çıkarıp hedefi tam ortadan vurup) yayı serbest bırakın.

Herkes ortadan vurulan hedefe “Vay be!” der gibi bakıyorlardı.

-Şimdi… Anlattıklarımı uygulayın ve hedefi olabildiğince ortadan vurmaya çalışın.

Dedikten sonra köylüler yaylarını gerdiler. Bazılarının odaklanması çok uzun sürdü. Bazıları ise odaklanmadan oku yaydan çıkardılar. Odaklanmayanlardan yalnızca bir tanesi hedefi vurabilmişti ama o da neredeyse ıska geçiyordu. Hiç odaklanmadan ya da odaklanması hiç bitmeyecekmiş gibi odaklananların dışında bir adam kısa sürede çok iyi bir atış yaptı. Hedefin ortasına doğru giden ok az farkla hedefin ortasının biraz aşağısına düştü. Bu adam yayı çok kolay bir şekilde geren adamdı… Aşırı odaklananlardan başarılı atış yapanların sayısı çok fazlaydı ama onlara da daha kısa sürede odaklanmaları gerektiğini söyledim…

…[Yaklaşık otuz deneme içerisinde]

Hala beceremeyenler vardı. Ama şu ilk atışı çok başarılı olan adam on beşinci beceriden sonra her seferinde olmasa da hedefi ortadan vuruyordu. Daha çok denemelerde daha çok ortadan vurmaya başlayınca adamı yardımcım yaptım. O da bazen benim yerime köylüleri eğitiyordu. Bu sırada talimi kısa süreliğine bırakıp köy yaşlısına baktığımda yanındaki bir-iki adamla tarlaları düzeltiyorlardı.

-Kolay gelsin…

-Teşekkürler. Bu arada adım Stavros. Siz de…

-Thermicias.

-Memnun oldum, Thermicias.

-Bende.

Dedikten sonra eğitime geri döndüm ve eğitimi ben devraldım. Yardımcılarım da kendi eğitimlerine geri döndüler…



Güneş batıyordu. Köylülerin çoğu kendilerini koruyabilecek kadar iyi nişancı olmuşlardı. İyi olamayanları büyük bir sabırla eğitiyordum… Tam onları eğitirken, yerin sarsıldığını hissettim. Ne olduğunu anlamak için köyden dışarı baktığımda çok yakımızda yüze yakın Svadya şövalyesi vardı.

-Yaylarınızı gerin! Nişan al! Ateş!!

Diye emir verdim. Şövalyelerin üstüne adeta ok yağıyordu. Bahse girerim düşmanlardan hiçbiri böyle bir şey tahmin etmezdi… Okçular atışa devam ederken ben yanıma beş kişi aldım ve başka bir yerden atışlarımıza devam ettik. O sırada bir arbaletçi yukarı çıkıyordu… Atlılar kargılarını indirip meydandaki okçulara yöneliyordu. Ben ve yanımdaki beş kişi atışlarımızı öndeki atlılara yoğunlaştırdık. Ama işe yaramadı; Şövalyeler köylülerden oluşan duvarı ikiye ayırdılar.

Bu arada köy yaşlısı Stavros ve yanındaki iki adam sopalarını ve satırlarını kapıp yakın dövüşe girmişlerdi. Stavros elindeki sopayı oraya-buraya sallarken “Köyümüzü yine yağmalayamazsınız!” diye bağırıyordu. Yanındaki iki adam ise her eline birer satır alıp şövalyelere savuruyorlardı. Ama tabii ki uzun sürmedi. Bir şövalye Stavros’a atı ile çarpıp onu bayıltmıştı. Yanlarındaki iki köylü ise şövalyelerin seher yıldızlarına kurban gitti.

Benim ise oklarım bitmişti. Kılıcımı çekip şövalyelere koştum. Gözlerimi kapatıp kılıcımı birine savurdum.  Gözümü açtığımda yerde atan bir at ve bana öfkeyle seher yıldızını savuran bir şövalye gördüm. Adam öfkeyle yaklaşıyordu. Seher yıldızını bana savurduğunda eğilip adama bir tekme attım. Üç-dört adım gerileyip yere düşen şövalyeye yürüyordum ki önümden bir şövalye geçti. Ama vuramamıştı. Yanımdan geçip gitti sanmıştım ama o bana tekrar yöneldi. İkiye bir dövüşüyordum.  Atlı bana yaklaşırken kılıcımla adamı atından düşürdüm. Ama diğer şövalyeden bir yumruk yedim ve yere düştüm. Adamların ikisi de seher yıldızlarını kaldırdılar. Birden birinin kalbine bir ok saplandı. Yere düşen şövalye ile dikkati dağılan diğer şövalye de kısa süre sonra öldü.

Yerdeki oklardan alıp sadağıma koyduktan sonra bir adam gördüm. Kaleye koşuyordu ama üstünde köylü giysisi vardı. Ama bir sorun vardı; yerde yatan askerin kaskı yerine deri başlığı, köylünün ise çıkarmakta olduğu kaskı ve botu vardı. Kılık değiştirmiş! Yayımı gerip orayı hedef aldım. Yayın telini bırakırken birden yana fırladım. Bir at bana çarpmıştı. Bilincim hala yerindeyken asker bana bakıp seher yıldızını kaldırdı. Ama bana vuramadı; çünkü gelen dört-beş ok ile atından düştü ve öldü. O sırada benimle gelen beş köylü beni kaldırıp bir evin arkasına götürdüler. Ama bilincim kapanmadı. Kendime geldim ve savaşın olduğu yere baktım. Rodok arbaletçileri dağın yamacından kaçmaya çalışan şövalyelere ateş ediyorlardı. Lord Raichs ve Kral Graveth şövalyelerin arkasından kovalıyordu. Şövalyeler, Svadya ile Rodok sınırı olan nehri arkalarına bakmadan geçtiler…

Ertesi sabah Lord Raichs beni sarayına çağırdı. Vakit kaybetmeden oraya gittim…

-Günaydın Lordum. Beni çağırmışsınız?

-Sana da günaydın Thermicias. Köyüme erzak ve tarımsal destekte bulunduğun için çok teşekkürler. Köylülerime verdiğin eğitimi de unutmadım tabii (Son cümleyi söylerken omzuma hafifçe vurdu).

-Onur duyarım efendim.

Dediğimde hafifçe gülümsedi. İki kese çıkarıp bana verdikten sonra:

-Buyur Thermicias. Görev ödülün iki bin dinar.

Reddetmeyi denedim ama Lord Raichs keseleri elime bıraktı.

-Çok teşekkürler Lordum.

-Ben teşekkür ederim Thermicias. Bu arada, sana yeni bir görev vereceğim.

-Dinliyorum efendim.

-Kimseye söylemediğim ama olabileceğini düşündüğüm büyük bir sorun var Thermicias. Aslında bu tüm Rodok Krallığı’nı yıkabilecek bir sorun. İçimizden bir lordun hain olduğunu düşünüyorum. Yüce İttifak ile işbirliği yaptığı ile ilgili şüphelerim var.

-Kimden şüpheleniyorsunuz efendim?

-Lord Gutlans. Uzun süre boyunca Lord Gutlans’ı izlemeni istiyorum. Eğer şüphelerim doğruysa bana sağlam bir kanıt getireceksin. Ben de onu adalete teslim edeceğim ya da Kral Graveth’in emri ile idam ettirilecek. Şu anda Yalen Şehri’nde.

-Emredersiniz!

Diyerek dışarı çıktım… Dışarıda nöbetçiler etrafı gözetliyor. Halk ise dışarıda geziniyordu. Yürürken bir adama çarptım ve adam yere düştü. Kalkması için elimi uzattığımda kalkıp hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Gergin bir adamdı. Zindana doğru yürüyordu. Uzun süre ona baktım. Gergin adam ise gardiyanın yanından geçip gitti…

Lord Raichs’in bana verdiği hızlı bir at ile Yalen’e doğru gittim. Gün ortasında da oraya vardım… Şehre girdiğimde etrafta bir tuhaflık yoktu. Sadece kapüşonlu bir adam kaleden çıkıp etrafına bakarak ara sokaklara karıştı. Biraz mesafeseli olarak peşinden gittim. Ara sokaklarda onu takip ediyordum. Ara sokaklarda hiç düz gitmiyordu. Hep sağa-sola dönüyordu. En sonunda bir evin önünde durup evin kapısını çaldı. Adamı dikkatlice izliyordum ki adam benim olduğum yerde göz gezdirdi. Son anda saklandım. O sırada kapı açıldı ve kapıyı açan adam “Leastris, sen miydin?” diyip içeri adamı içeri aldı. Evin açık penceresine kendimi göstermeden yaklaştım ve kulağımı pencereye yaklaştırdım. Konuşmaları çok rahat duyuyordum.

-Leastris, ne oldu? Gutlans toplantıyı kabul etti mi?

-Evet.

-Nerede buluşacağız.

-Gutlans buraya gelecek. Bu akşam.

-Güzel.

-Kral Harlaus’a haber vereyim mi?

-Daha değil Leas. İlerleme kat etmezsek Harlaus çok sinirlenir. Toplantı olumlu sonuç verirse haber vermeye gidersin.

Kral Harlaus yakalanmamış demek…

-Başarılı olur, değil mi?

-Bakacağız ve göreceğiz…

-Ya adam bizi yakalatır ve idam ettirirse.

-Hadi ama! Arkamızda koskoca Yüce İttifak var! (“Koskoca Yüce İttifak” derken sesini arttırmıştı)

-Biz sadece piyonuz Argo! Biz yakalanıp öldürülürsek Harlaus ve ittifak hiçbir halt yapmaz!

-Belki haklısındır. Ama risk almadan başaramazsın.

Bir süre sessizlik olduktan sonra Argo lafa devam etti:

-Gutlans bizi öldürürse asla Lord Kastor’u tahta oturtamaz. Sonuçta istediği gerçekleşemez. Endişelenme. Yüce İttifak’tan bir sürü kişi Kastor ile arkadaş. Rodok Krallığı Yüce İttifak’a dâhil olursa benim de kervanlarım kolayca ticaret yapabilir.

-Benim demek istediğim, ya başkası durumu fark ederse? Rodok Krallığı’na bağlı biri?

Argo cevap veremedi. Leas ise:

-Ben biraz hava alacağım.

Diyerek kapıya yöneldiğinde hemen evin yan duvarının arkasına saklandım. Leastris biraz bekledikten sonra tekrar içeri girdi. Ben de direk pencerenin başına gittim. Leastris Argo’ya sesleniyordu. “Nereye gittin?”. O sırada ben de pencereden içeriye bakmıştım. Argo mutfaktan elinde iki arjantin dolusu bira ile masaya oturdu.

-İç. Rahatlarsın.

Diyerek kendi arjantinini Leastris’in arjantinine tokuşturup büyük bir yudum bira içti. Yüzünü bira yüzünden ekşitip konuşmaya devam etti. O konuşmaya başladığında ben kafamı pencerenin yanına çekmiştim.

-Leas, senin neyini seviyorum biliyor musun?

-Neyimi?

-İşini sağlama alma ihtiyacını. Bende olmayan şey işte bu!

Diyip güldü. Leas bıkkın bir şekilde:

-Hadi plana geri dönelim.

-Plan mı?

Diyip kahkahayı patlattı Argo.

-Al sana plan; Gutlans ile konuşacağız ve o bize planı anlatacak.

Birden ciddileşti.

- Git etrafta dolan biraz. Akşam mutlaka toplantıda ol!

Leastris:

-Tamam. Ben çıkıyorum.

Derken ben oradan uzaklaşıyordum…



Akşama kadar handa bir oda tuttum ve orada kaldım. Akşam olmaya yakınken sokağa çıktım. Bu arada ne olur, ne olmaz handan bir bıçak aldım. Etrafta boş boş dolanan biri gibi davranıyordum. Kont Gutlans tahminimden geç çıktı. Hızlı adımlar ile ara sokaklara daldı. Ben de onun gibi hızlı adımlarla peşinden gittim. Biraz ilerleyip sola döndüğünde adımlarını hızlandırdı hatta koşmaya başladı. Ben de sola döndüğümde önüme biri çıktı. Beni ittirip yere düşürdü. O sırada hemen Gutlans’a haber vermek için oraya doğru koştu. Ben de kalkıp onun peşinden gittim. Çok geçmeden bıçağımı adama fırlattım. Bıçak şans eseri adamın bacağına saplanmıştı ve adam yere düştü. Yüz üstü yere düşen adamın bacağındaki bıçağı alıp adamı kendime doğru çevirdim ve bıçağı adamın kalbine sapladım. Adamın kılıcını alıp eve doğru ilerledim. Ev görüş alanıma girdiğimde kapı yeni kapanmıştı. Hemen pencerenin yanındaki yerime geçtim ve konuşmaları dinledim.

-Ah Gutlans! Peşinden gelen olmamıştır umarım.

-Aslında biri peşimden geldi. Ama gittiğim yolu koruyan bir askerim işini bitirdi.

-Güzel. Bir planın var mı?

-Öncelikle, ben bir lordum ve bana lordum diye hitap edeceksin. Plana gelirsek, arkadaşın…

-Leastris.

-Her neyse… Leastris ve sen Graveth’i yalnız yakalayıp Harringoth Kalesi yakınlarındaki sığınağımıza götüreceksiniz. Ben de Lord Kastor’u bulacağım. O sırada öfkeliyseniz, öfkenizi Graveth’ten çıkarabilirsiniz.

Diyip güldü. Aniden ciddileşip:

-Ama onu öldürmeyeceksiniz!

-Tamam Gutlans… Endişelenme.

-Lordum diyecektin!

-Her neyse… Görüşürüz.

Bir dakika… Gutlans’ın askerini öldürdüm ama yolunun üstünde bıraktım. Hemen adamın olduğu yere koşup adamı kuytu bir köşeye bıraktıktan sonra yoluma devam ettim…

… [Ertesi sabah]

-Lordum…

-Efendim Thermicias?

-Harringoth Kalesi yakınlarında bir sığınakları varmış ve ne zaman olduğunu bilmiyorum ama Kral Graveth’i yakalayıp oraya götüreceklermiş. Ve en önemlisi, Gutlans Lord Kastor’un tarafındaymış.

-Lord Kastor mu?

-Evet efendim.

-Thermicias! Sana birliğimden üç kişi veriyorum. Git ve hemen Harringoth Kalesi yakınlarına bak!

-Emredersiniz!

Diyip kaleden askerler ile beraber çıktım. Harringoth Kalesi’ne kadar çok hızlı gittik. Sığınağa aramaya başladığımızda ormanın içinde terk edilmiş bir depo gördük.

-Üçünüz burada bekleyin. Ben Jelkala’ya gidiyorum. Eğer Kral Graveth buraya getirilse içeri girdiklerinde onları izleyin.

-Tamam!

Dedikten sonra oradan ayrıldım ve Maras Kalesi’ndeki atımı almak için yola çıktım…


Atımı alıp Jelkala’ya olabildiğince hızlı bir şekilde gitmeye çalıştım. Akşam olduğunda Jelkala’ya gelmiştim. Sokakta kimse yoktu. Ortamdaki sessizliği bozan tek şey handan gelen seslerdi. Etrafıma bakarken kapüşonlu birini gördüm. Leastris! Aralarında bir konuşma geçti ve kale muhafızı ona kapıyı silahlarını almadan açtı. Kale muhafızına gidip alaycı bir tavırla:

-Ben de içeri girmek istiyorum, ama silahlarımı almayacaksınız.

-İmkansız. Silahlarını ver.

-O zaman içerdeki adamım silahlarını almadın?

Diyince beni ittirip:

-Sen de çok soru sordun! Ya buradan kendin git ya da ölü olarak…

Adam karnındaki oka bakarak yere yığıldı. Gardiyan da kılıcını çekemeden okların kurbanı oldu. O sırada surlardaki muhafızlar okçuya koşuyordu. Okçuyu boşverip kaleye girdim. Girdiğimde iki muhafız mızraklarını bana savurdu. Eğilip saldırıyı atlattıktan sonra hemen kalkıp öne atladım. Muhafızlar bana yönelirken kılıcımı çekmiştim. İkisi de mızraklarını bana savururken, geriye sıçradım. O sırada arkadan sesler geliyordu. Kral Graveth “Ne oluyor?” diyemeden sesi kesildi. O sırada muhafızların biri bana mızrağını savurup beni yere yığdı. O sırada Argo ve Leastris kapıya yöneliyordu. Muhafızlardan biri kapıyı açtı ve gözümün önünde oradan kaçtılar…

Yere yığıldığımda kılıcımı elimden düşürmüştüm. Muhafız bana mızrağını saplarken yana yuvarlanarak ayağa kalktım ve muhafızın yüzüne sağlam bir yumruk attım. O sırada diğer muhafız da baltasını çıkarmıştı ve bana savurdu. Kolumu hafifçe sıyıran baltanın etkisiyle anlık bir acı hissettim. İkinci darbesini tam indirirken adamın baltasından tuttum ve ittirdim. Bir-iki adım geriye giden muhafız tekrar bana doğru koşarken çoktan kılıcımı almıştım. Adam baltasını yukarıda tutarak koşarken aniden kılıcımı muhafıza sapladım. Adam orada öldükten sonra diğerine gittim. Adam burnunu tutarak merhamet dileniyordu. Hiç zamanım yoktu ve adamı öldürüp oradan çıktım. Hemen atımı binip depoya doğru gittim. Oraya vardıktan sonra hemen askerlerin yanına gittim. Onların yanına giderken depodan içeri at üzerinde Argo ile Leastris girdi. Arkalarına iple bağlanan Graveth yerde sürükleniyordu. O sırada askerlerin yanına varmıştım. Askerler hafif piyadeydi ve hemen onları kapının kenarına yolladım. Yayıma oku itina ile yerleştirdikten sonra adamlara sessizce “saldırın!” dedim. Askerler aniden saldırıya başladı. Orada sadece Leastris ve Argo var sanmıştım ama beş tane de Svadya piyadesi vardı…

-Piyadelere saldırın!

Dedikten sonra Leastris’e ve Argo’ya yöneldim. Argo kılıcını çektiğinde ona bir tekme savurarak yere düşürdüm. O sırada Leastris kılıcını koluma savurdu. Kolum derinden çizilmişti. Kolumu tutarken Leastris kılıcını bir kez daha savurdu. Aynı kolumu yine çizmişti. Kolumu tutmayı bir anlık bırakıp Leastris’i ittirerek onu da yere düşürdüm. İkisi de kalkmadan kolumun acısı biraz olsun geçmişti. Kılıcımı aldığımda ise ikisi de karşımda duruyordu.

İlk darbe Argo’dan geldi. Sonraki darbe ise Leastris’den. İki darbeyi de çok kolay savuşturduktan sonra kılıcımı tüm gücümle Leastris’e savurdum. Leas kılıcını sıkarak vuruşumu savuşturmayı bekliyordu. Darbenin etkisi ile savunmuş olsa bile Leastris, iki-üç adım geriledi. O sırada Argo kılıcını bana savurdu. Çok kolay bir şekilde savuşturuyordum. En sonunda Argo’nun bacağına bir çizik attım ve Argo yere düştü. Kılıcımı tam ona kaldırdığımda Leastris ayağa kalktı ve kılıcını bana savurdu. Kılıç yanağımı çizdi. Yanağımın anlık acısı ile kılıcı elimden düşürdüm. Leastris ikinci darbesinde kolumu çizdi ve beni yere düşürdü. Yanağım çok acımıyordu ama kolumu yine derinden çizmişti. O sırada diğer savaştaki üç Rodok askeri beş Svadya piyadesine yenilmişti. Kalan iki Svadyalı da bana yöneliyordu. Herkes geldiğinde kılıçlarını bana doğrulttular. Buraya kadarmış. Annemin ve babamın özlemi… Birazdan bitecekti…
 
Thermicias said:
6. Bölüm hazır. İyi okumalar...

Uyandığımda yanımda elinde tıbbi araçlar olan bir adam vardı. Bana gülümsüyordu ve rahatlatıcı bir şekilde:

-Tanrıya şükür kendine gelebildin! Hayati tehlikeyi atlattın.

Derken içeri biri girdi; Kral Graveth! Bana bakıp hekime “Thermicias bu mu?” diye sordu. Adam başı ile onayladıktan sonra çadırdan çıktı. Kral Graveth bana mutlu bir tavırla baktı ve:

-Maras Kalesi sınır ama oradan kuşatılmak aklımın ucundan geçmezdi.

Dedi. Sırtımdaki ağrı yüzünden rahat doğrulamadım ama doğrulduktan sonra:

-Yardım etmekten onur duyarım efendim. Maras Kalesi kurtuldu mu?

-Hayır, ama savaş bizim lehimizde ilerliyor. Getirdiğin o mektup olmasaydı şu anda burada Svadya’nın sancağı dalgalanıyor olurdu. Çok teşekkürler. Seni nasıl ödüllendirebilirim?

-Ödüle gerek yok efendim. Ben bir Rodok olarak yapmam gerekeni yaptım. Elime geçen ilk fırsatta Rodok aleyhine yapılan bir planı size ulaştırmam ödüllük bir şey değil.

Dediğimde güldü.

-Elbette ki ödüllendirilmelisin Thermicias. Lord Raichs hayatını sana borçlu.

Hafifçe gülümsedikten sonra:

-Bu arada, adımı nereden biliyorsunuz, kralım?

-Mektubu koyduğun zarfa yazmışsın.

-Ah! Hatırladım.

Dedikten sonra gök gürültüsünü andıran bir ses çıktı. Mancınıklardan biri surları vurup surun bir kısmını yıkmıştı. Graveth kaskını giyip hızla dışarı fırladı. O sırada hekim içeri girdi. Yanında birkaç ile asker yaralıları getiriyordu.  Kalkmaya çalıştığımda hekim gelip beni durdurdu.

-Dinlenmelisin.

Dedikten sonra yaralılara yardıma geri döndü…



Birkaç saat içerisinde kılıç sesleri azalmaya başlamıştı ama arada bağrışmalar duyuluyordu. Aniden içeriye bir Svadya askeri girdi. Hekime doğru yaklaşırken kafasına çift elli satır indi…

Yanımdaki yaralılardan bazıları kurtarılamamıştı ancak hekim birkaç yaralının yaralarını hafiflettikten sonra beni tedavi etmeye devam etti. Sırtımdaki sargıları çıkarıp sırtıma göz attıktan sonra vücudumun kendini çok hızlı iyileştirdiğini ve yaranın az da olsa kapanmaya başladığını söyledi. Sonra da oraya pansuman yaptı. İlk olarak inanılmaz bir acı hissettim ama sonra acı hissetmemeye başladım. Sonra hekim orayı tekrar sardı…



Dışarıdaki kılıç sesleri tamamen kesilmişti. En sonunda Graveth’in bağrışını duydum, “Zafer!”. Graveth cümleyi bitirdiğinde herkes coşkuyla bağırdı. Böyle demeyi sevmiyorum ama benim sayemde kazandılar… Bir süre sonra tüm lordlar ve Kral Graveth çadıra girdi. Kral beni göstererek:

-Savaşı bu adam sayesinde kazandık dostlarım! Thermicias, Maras Kalesi’ni kurtaran asıl kişidir!

Dedikten sonra herkes alkışladı. Ben de övgüyü başımla kabul ettikten sonra sonra:

-Kuşatmayı ben engellemedim kralım. Tüm övgüyü askerleriniz hak ediyor.

Dedikten sonra Graveth:

-Sen olmasaydın o askerler şu anda burada olmazdı. Büyük işleri başaran vücudum gövdesi, kolları ya da bacakları değildir, ( Parmağını şakağına dayayıp) beynidir.

Dedikten sonra hafifçe gülümsedi. Diğer kontlar da başı ile onayladı. Kont Raichs ise hayatımı kurtardığım için bana çok teşekkür ettiğini söyledi.

Küçük çaplı tebrik konuşmasından sonra tüm lordlar ve kral çadırdan ayrıldı. Hekim ise birkaç saat uyumamı söyledi… Uyandığımda hekim çadırda yoktu. Çok geçmeden çadıra girip sargımı açtı ve yarama baktı. Yaramın çoğu kapanmıştı. Hekim tekrar pansuman yapıp yaramı sardı ve iki güne kalmadan iyileşeceğimi söyledi.

…[Bir gün sonra]

Yaram hala biraz acıyordu. Ama hekim artık kalkabileceğimi söyleyince hemen kalenin içinde yürümeye çıktım. İlk adımlarımda bacaklarımın uzun süre kullanılmadığı için uyuştuğunu hissediyordum. Ama zamanla bacaklarım rahatlıyordu. En sonunda da hiçbir şey hissetmeden rahatça yürüyordum. Sonra hekime teşekkür etmeyi unuttuğumu hatırlayıp çadıra geri döndüm. Tam ben girerken bir Rodok askeri de dışarı çıkıyordu. Tam çarpışıyorduk ki aniden durdum. Adama yol verecektim ki asker “Kral Graveth sizi çağırıyor.” diyip beni saraya götürdü. Saraya girdiğimde Kral Graveth ve Lord Raichs tahtlarına oturuyordu. Ben gelince Lord Raichs’in yüzünde bir tebessüm belirdi. Graveth ise “Hoş geldin Thermicias.”  diyip “Yanıma gel.” der gibi işaret etti. Yanlarına gelince başım ile Lord Raichs’e selam verip Kral Graveth’in önünde eğilip “Kralım, beni çağırmışsınız?” dedim. Kendimi resmen bir Rodok gibi hissediyordum. Kısa süreliğine de olsa bozkır haydutluğunu unutmuştum… Graveth beni ayağa kaldırıp “Lord Raichs’in sana söylemek istediği bir şey var.” dedi. Raichs Kraldan izin aldıktan sonra konuşmaya başladı:

-Thermicias, biliyorsun ki köyüm Svadya askerlerince yağmalandı.

Başımla onayladım.

-Köy yağmalandığında en erken bir-iki ayda köylülerce durum düzeltilebiliyor. Senden, diğer köylerimizden,  köyüm İstinar’a erzak ve tarımsal gelişim için tohum ve tahıl getirmeni istiyorum. Ayrıca köylülerime silah eğitimi vermeni de istiyorum.

-İstediğiniz eğitim ancak yay-ok ve çift elli silah eğitimi olursa bunu yapabilirim çünkü diğer silahlar hakkında tecrübem yok.

Raichs başı ile onaylayarak:

-Yay ve ok eğitimi verirsen okçular kendilerini pekâlâ koruyabilirler.

Kafam ile selam vererek dışarı çıktım. Çıktığımda direk köye yöneldim. Köye geldiğimde köydeki yangın söndürülüyordu. Köyün içerisinde birkaç arbaletçi nöbet tutuyordu. Köye girip köy yaşlısını buldum:

-İyi günler.

-Ah! Günaydın efendim.

-Lord Raichs beni köyünüze ne kadar erzak, tahıl ve tohum lazımsa getirmemi söyledi.

-Hımm… Erzak olarak toplam bin dinarlık et, ekmek, yağ ve balık lazım.

Diyip bir kese dolusu para verdi.

-Burada bin dinar var. Tahıl ve tohum için beş yüz dinar yeter.

Diyip elime bir kese daha tutuşturdu.

-Burada da iki yüz dinar var. Bir köyde satman için de kumaş vereceğim. Biraz bekle.

Diyip arkasındaki kulübeye girdi. Kısa süre sonra elinde sağlam bir çubuğa sarılmış bolca kumaş ile dışarı çıktı. Kumaşı bana verip iyi yolculuklar diledi.

Yürüyerek gitmek insanı çok yoruyor açıkçası… Ama mecburdum. Aslında yolum da kısaydı. Bir sonraki köye gelene kadar hiç dinlenmedim. Ama itiraf etmeliyim ki geldiğimde çok yorgundum. Köy yaşlısına yürüyüp gerekli malzemeleri aldım ve parayı eksiksiz bir şekilde ödedim. Hatta kumaş üç yüz dinardan fazlaymış. O yüzden su ve ekmek alma şansım oldu. Yolda da suyumu ve ekmeğimi bitirdim…

Köye geldiğimde bir sürü isabet tahtası vardı. Yanlarında ise yay ve ok. Erzakları ve tahıl ve tohumu köy yaşlısına verdikten sonra herkese birer yay ve ok almalarını söyledim. O sırada ben kendi yay ve okumu çıkarmıştım.

-Yayınıza oku yerleştirdikten sonra, güçlü bir şekilde gerin.

Herkes dediğimi zorlansalar da yaptı. Biri ise hiç zorlanmadan yayı gerdi.

-Hedefe odaklanın. Hedef uzaktaysa yayınızı biraz yukarıda tutun.

Diye anlattım.

-İyice odaklandığınızda da (oku yaydan çıkarıp hedefi tam ortadan vurup) yayı serbest bırakın.

Herkes ortadan vurulan hedefe “Vay be!” der gibi bakıyorlardı.

-Şimdi… Anlattıklarımı uygulayın ve hedefi olabildiğince ortadan vurmaya çalışın.

Dedikten sonra köylüler yaylarını gerdiler. Bazılarının odaklanması çok uzun sürdü. Bazıları ise odaklanmadan oku yaydan çıkardılar. Odaklanmayanlardan yalnızca bir tanesi hedefi vurabilmişti ama o da neredeyse ıska geçiyordu. Hiç odaklanmadan ya da odaklanması hiç bitmeyecekmiş gibi odaklananların dışında bir adam kısa sürede çok iyi bir atış yaptı. Hedefin ortasına doğru giden ok az farkla hedefin ortasının biraz aşağısına düştü. Bu adam yayı çok kolay bir şekilde geren adamdı… Aşırı odaklananlardan başarılı atış yapanların sayısı çok fazlaydı ama onlara da daha kısa sürede odaklanmaları gerektiğini söyledim…

…[Yaklaşık otuz deneme içerisinde]

Hala beceremeyenler vardı. Ama şu ilk atışı çok başarılı olan adam on beşinci beceriden sonra her seferinde olmasa da hedefi ortadan vuruyordu. Daha çok denemelerde daha çok ortadan vurmaya başlayınca adamı yardımcım yaptım. O da bazen benim yerime köylüleri eğitiyordu. Bu sırada talimi kısa süreliğine bırakıp köy yaşlısına baktığımda yanındaki bir-iki adamla tarlaları düzeltiyorlardı.

-Kolay gelsin…

-Teşekkürler. Bu arada adım Stavros. Siz de…

-Thermicias.

-Memnun oldum, Thermicias.

-Bende.

Dedikten sonra eğitime geri döndüm ve eğitimi ben devraldım. Yardımcılarım da kendi eğitimlerine geri döndüler…



Güneş batıyordu. Köylülerin çoğu kendilerini koruyabilecek kadar iyi nişancı olmuşlardı. İyi olamayanları büyük bir sabırla eğitiyordum… Tam onları eğitirken, yerin sarsıldığını hissettim. Ne olduğunu anlamak için köyden dışarı baktığımda çok yakımızda yüze yakın Svadya şövalyesi vardı.

-Yaylarınızı gerin! Nişan al! Ateş!!

Diye emir verdim. Şövalyelerin üstüne adeta ok yağıyordu. Bahse girerim düşmanlardan hiçbiri böyle bir şey tahmin etmezdi… Okçular atışa devam ederken ben yanıma beş kişi aldım ve başka bir yerden atışlarımıza devam ettik. O sırada bir arbaletçi yukarı çıkıyordu… Atlılar kargılarını indirip meydandaki okçulara yöneliyordu. Ben ve yanımdaki beş kişi atışlarımızı öndeki atlılara yoğunlaştırdık. Ama işe yaramadı; Şövalyeler köylülerden oluşan duvarı ikiye ayırdılar.

Bu arada köy yaşlısı Stavros ve yanındaki iki adam sopalarını ve satırlarını kapıp yakın dövüşe girmişlerdi. Stavros elindeki sopayı oraya-buraya sallarken “Köyümüzü yine yağmalayamazsınız!” diye bağırıyordu. Yanındaki iki adam ise her eline birer satır alıp şövalyelere savuruyorlardı. Ama tabii ki uzun sürmedi. Bir şövalye Stavros’a atı ile çarpıp onu bayıltmıştı. Yanlarındaki iki köylü ise şövalyelerin seher yıldızlarına kurban gitti.

Benim ise oklarım bitmişti. Kılıcımı çekip şövalyelere koştum. Gözlerimi kapatıp kılıcımı birine savurdum.  Gözümü açtığımda yerde atan bir at ve bana öfkeyle seher yıldızını savuran bir şövalye gördüm. Adam öfkeyle yaklaşıyordu. Seher yıldızını bana savurduğunda eğilip adama bir tekme attım. Üç-dört adım gerileyip yere düşen şövalyeye yürüyordum ki önümden bir şövalye geçti. Ama vuramamıştı. Yanımdan geçip gitti sanmıştım ama o bana tekrar yöneldi. İkiye bir dövüşüyordum.  Atlı bana yaklaşırken kılıcımla adamı atından düşürdüm. Ama diğer şövalyeden bir yumruk yedim ve yere düştüm. Adamların ikisi de seher yıldızlarını kaldırdılar. Birden birinin kalbine bir ok saplandı. Yere düşen şövalye ile dikkati dağılan diğer şövalye de kısa süre sonra öldü.

Yerdeki oklardan alıp sadağıma koyduktan sonra bir adam gördüm. Kaleye koşuyordu ama üstünde köylü giysisi vardı. Ama bir sorun vardı; yerde yatan askerin kaskı yerine deri başlığı, köylünün ise çıkarmakta olduğu kaskı ve botu vardı. Kılık değiştirmiş! Yayımı gerip orayı hedef aldım. Yayın telini bırakırken birden yana fırladım. Bir at bana çarpmıştı. Bilincim hala yerindeyken asker bana bakıp seher yıldızını kaldırdı. Ama bana vuramadı; çünkü gelen dört-beş ok ile atından düştü ve öldü. O sırada benimle gelen beş köylü beni kaldırıp bir evin arkasına götürdüler. Ama bilincim kapanmadı. Kendime geldim ve savaşın olduğu yere baktım. Rodok arbaletçileri dağın yamacından kaçmaya çalışan şövalyelere ateş ediyorlardı. Lord Raichs ve Kral Graveth şövalyelerin arkasından kovalıyordu. Şövalyeler, Svadya ile Rodok sınırı olan nehri arkalarına bakmadan geçtiler…

Ertesi sabah Lord Raichs beni sarayına çağırdı. Vakit kaybetmeden oraya gittim…

-Günaydın Lordum. Beni çağırmışsınız?

-Sana da günaydın Thermicias. Köyüme erzak ve tarımsal destekte bulunduğun için çok teşekkürler. Köylülerime verdiğin eğitimi de unutmadım tabii (Son cümleyi söylerken omzuma hafifçe vurdu).

-Onur duyarım efendim.

Dediğimde hafifçe gülümsedi. İki kese çıkarıp bana verdikten sonra:

-Buyur Thermicias. Görev ödülün iki bin dinar.

Reddetmeyi denedim ama Lord Raichs keseleri elime bıraktı.

-Çok teşekkürler Lordum.

-Ben teşekkür ederim Thermicias. Bu arada, sana yeni bir görev vereceğim.

-Dinliyorum efendim.

-Kimseye söylemediğim ama olabileceğini düşündüğüm büyük bir sorun var Thermicias. Aslında bu tüm Rodok Krallığı’nı yıkabilecek bir sorun. İçimizden bir lordun hain olduğunu düşünüyorum. Yüce İttifak ile işbirliği yaptığı ile ilgili şüphelerim var.

-Kimden şüpheleniyorsunuz efendim?

-Lord Gutlans. Uzun süre boyunca Lord Gutlans’ı izlemeni istiyorum. Eğer şüphelerim doğruysa bana sağlam bir kanıt getireceksin. Ben de onu adalete teslim edeceğim ya da Kral Graveth’in emri ile idam ettirilecek. Şu anda Yalen Şehri’nde.

-Emredersiniz!

Diyerek dışarı çıktım… Dışarıda nöbetçiler etrafı gözetliyor. Halk ise dışarıda geziniyordu. Yürürken bir adama çarptım ve adam yere düştü. Kalkması için elimi uzattığımda kalkıp hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Gergin bir adamdı. Zindana doğru yürüyordu. Uzun süre ona baktım. Gergin adam ise gardiyanın yanından geçip gitti…

Lord Raichs’in bana verdiği hızlı bir at ile Yalen’e doğru gittim. Gün ortasında da oraya vardım… Şehre girdiğimde etrafta bir tuhaflık yoktu. Sadece kapüşonlu bir adam kaleden çıkıp etrafına bakarak ara sokaklara karıştı. Biraz mesafeseli olarak peşinden gittim. Ara sokaklarda onu takip ediyordum. Ara sokaklarda hiç düz gitmiyordu. Hep sağa-sola dönüyordu. En sonunda bir evin önünde durup evin kapısını çaldı. Adamı dikkatlice izliyordum ki adam benim olduğum yerde göz gezdirdi. Son anda saklandım. O sırada kapı açıldı ve kapıyı açan adam “Leastris, sen miydin?” diyip içeri adamı içeri aldı. Evin açık penceresine kendimi göstermeden yaklaştım ve kulağımı pencereye yaklaştırdım. Konuşmaları çok rahat duyuyordum.

-Leastris, ne oldu? Gutlans toplantıyı kabul etti mi?

-Evet.

-Nerede buluşacağız.

-Gutlans buraya gelecek. Bu akşam.

-Güzel.

-Kral Harlaus’a haber vereyim mi?

-Daha değil Leas. İlerleme kat etmezsek Harlaus çok sinirlenir. Toplantı olumlu sonuç verirse haber vermeye gidersin.

Kral Harlaus yakalanmamış demek…

-Başarılı olur, değil mi?

-Bakacağız ve göreceğiz…

-Ya adam bizi yakalatır ve idam ettirirse.

-Hadi ama! Arkamızda koskoca Yüce İttifak var! (“Koskoca Yüce İttifak” derken sesini arttırmıştı)

-Biz sadece piyonuz Argo! Biz yakalanıp öldürülürsek Harlaus ve ittifak hiçbir halt yapmaz!

-Belki haklısındır. Ama risk almadan başaramazsın.

Bir süre sessizlik olduktan sonra Argo lafa devam etti:

-Gutlans bizi öldürürse asla Lord Kastor’u tahta oturtamaz. Sonuçta istediği gerçekleşemez. Endişelenme. Yüce İttifak’tan bir sürü kişi Kastor ile arkadaş. Rodok Krallığı Yüce İttifak’a dâhil olursa benim de kervanlarım kolayca ticaret yapabilir.

-Benim demek istediğim, ya başkası durumu fark ederse? Rodok Krallığı’na bağlı biri?

Argo cevap veremedi. Leas ise:

-Ben biraz hava alacağım.

Diyerek kapıya yöneldiğinde hemen evin yan duvarının arkasına saklandım. Leastris biraz bekledikten sonra tekrar içeri girdi. Ben de direk pencerenin başına gittim. Leastris Argo’ya sesleniyordu. “Nereye gittin?”. O sırada ben de pencereden içeriye bakmıştım. Argo mutfaktan elinde iki arjantin dolusu bira ile masaya oturdu.

-İç. Rahatlarsın.

Diyerek kendi arjantinini Leastris’in arjantinine tokuşturup büyük bir yudum bira içti. Yüzünü bira yüzünden ekşitip konuşmaya devam etti. O konuşmaya başladığında ben kafamı pencerenin yanına çekmiştim.

-Leas, senin neyini seviyorum biliyor musun?

-Neyimi?

-İşini sağlama alma ihtiyacını. Bende olmayan şey işte bu!

Diyip güldü. Leas bıkkın bir şekilde:

-Hadi plana geri dönelim.

-Plan mı?

Diyip kahkahayı patlattı Argo.

-Al sana plan; Gutlans ile konuşacağız ve o bize planı anlatacak.

Birden ciddileşti.

- Git etrafta dolan biraz. Akşam mutlaka toplantıda ol!

Leastris:

-Tamam. Ben çıkıyorum.

Derken ben oradan uzaklaşıyordum…



Akşama kadar handa bir oda tuttum ve orada kaldım. Akşam olmaya yakınken sokağa çıktım. Bu arada ne olur, ne olmaz handan bir bıçak aldım. Etrafta boş boş dolanan biri gibi davranıyordum. Kont Gutlans tahminimden geç çıktı. Hızlı adımlar ile ara sokaklara daldı. Ben de onun gibi hızlı adımlarla peşinden gittim. Biraz ilerleyip sola döndüğünde adımlarını hızlandırdı hatta koşmaya başladı. Ben de sola döndüğümde önüme biri çıktı. Beni ittirip yere düşürdü. O sırada hemen Gutlans’a haber vermek için oraya doğru koştu. Ben de kalkıp onun peşinden gittim. Çok geçmeden bıçağımı adama fırlattım. Bıçak şans eseri adamın bacağına saplanmıştı ve adam yere düştü. Yüz üstü yere düşen adamın bacağındaki bıçağı alıp adamı kendime doğru çevirdim ve bıçağı adamın kalbine sapladım. Adamın kılıcını alıp eve doğru ilerledim. Ev görüş alanıma girdiğimde kapı yeni kapanmıştı. Hemen pencerenin yanındaki yerime geçtim ve konuşmaları dinledim.

-Ah Gutlans! Peşinden gelen olmamıştır umarım.

-Aslında biri peşimden geldi. Ama gittiğim yolu koruyan bir askerim işini bitirdi.

-Güzel. Bir planın var mı?

-Öncelikle, ben bir lordum ve bana lordum diye hitap edeceksin. Plana gelirsek, arkadaşın…

-Leastris.

-Her neyse… Leastris ve sen Graveth’i yalnız yakalayıp Harringoth Kalesi yakınlarındaki sığınağımıza götüreceksiniz. Ben de Lord Kastor’u bulacağım. O sırada öfkeliyseniz, öfkenizi Graveth’ten çıkarabilirsiniz.

Diyip güldü. Aniden ciddileşip:

-Ama onu öldürmeyeceksiniz!

-Tamam Gutlans… Endişelenme.

-Lordum diyecektin!

-Her neyse… Görüşürüz.

Bir dakika… Gutlans’ın askerini öldürdüm ama yolunun üstünde bıraktım. Hemen adamın olduğu yere koşup adamı kuytu bir köşeye bıraktıktan sonra yoluma devam ettim…

… [Ertesi sabah]

-Lordum…

-Efendim Thermicias?

-Harringoth Kalesi yakınlarında bir sığınakları varmış ve ne zaman olduğunu bilmiyorum ama Kral Graveth’i yakalayıp oraya götüreceklermiş. Ve en önemlisi, Gutlans Lord Kastor’un tarafındaymış.

-Lord Kastor mu?

-Evet efendim.

-Thermicias! Sana birliğimden üç kişi veriyorum. Git ve hemen Harringoth Kalesi yakınlarına bak!

-Emredersiniz!

Diyip kaleden askerler ile beraber çıktım. Harringoth Kalesi’ne kadar çok hızlı gittik. Sığınağa aramaya başladığımızda ormanın içinde terk edilmiş bir depo gördük.

-Üçünüz burada bekleyin. Ben Jelkala’ya gidiyorum. Eğer Kral Graveth buraya getirilse içeri girdiklerinde onları izleyin.

-Tamam!

Dedikten sonra oradan ayrıldım ve Maras Kalesi’ndeki atımı almak için yola çıktım…


Atımı alıp Jelkala’ya olabildiğince hızlı bir şekilde gitmeye çalıştım. Akşam olduğunda Jelkala’ya gelmiştim. Sokakta kimse yoktu. Ortamdaki sessizliği bozan tek şey handan gelen seslerdi. Etrafıma bakarken kapüşonlu birini gördüm. Leastris! Aralarında bir konuşma geçti ve kale muhafızı ona kapıyı silahlarını almadan açtı. Kale muhafızına gidip alaycı bir tavırla:

-Ben de içeri girmek istiyorum, ama silahlarımı almayacaksınız.

-İmkansız. Silahlarını ver.

-O zaman içerdeki adamım silahlarını almadın?

Diyince beni ittirip:

-Sen de çok soru sordun! Ya buradan kendin git ya da ölü olarak…

Adam karnındaki oka bakarak yere yığıldı. Gardiyan da kılıcını çekemeden okların kurbanı oldu. O sırada surlardaki muhafızlar okçuya koşuyordu. Okçuyu boşverip kaleye girdim. Girdiğimde iki muhafız mızraklarını bana savurdu. Eğilip saldırıyı atlattıktan sonra hemen kalkıp öne atladım. Muhafızlar bana yönelirken kılıcımı çekmiştim. İkisi de mızraklarını bana savururken, geriye sıçradım. O sırada arkadan sesler geliyordu. Kral Graveth “Ne oluyor?” diyemeden sesi kesildi. O sırada muhafızların biri bana mızrağını savurup beni yere yığdı. O sırada Argo ve Leastris kapıya yöneliyordu. Muhafızlardan biri kapıyı açtı ve gözümün önünde oradan kaçtılar…

Yere yığıldığımda kılıcımı elimden düşürmüştüm. Muhafız bana mızrağını saplarken yana yuvarlanarak ayağa kalktım ve muhafızın yüzüne sağlam bir yumruk attım. O sırada diğer muhafız da baltasını çıkarmıştı ve bana savurdu. Kolumu hafifçe sıyıran baltanın etkisiyle anlık bir acı hissettim. İkinci darbesini tam indirirken adamın baltasından tuttum ve ittirdim. Bir-iki adım geriye giden muhafız tekrar bana doğru koşarken çoktan kılıcımı almıştım. Adam baltasını yukarıda tutarak koşarken aniden kılıcımı muhafıza sapladım. Adam orada öldükten sonra diğerine gittim. Adam burnunu tutarak merhamet dileniyordu. Hiç zamanım yoktu ve adamı öldürüp oradan çıktım. Hemen atımı binip depoya doğru gittim. Oraya vardıktan sonra hemen askerlerin yanına gittim. Onların yanına giderken depodan içeri at üzerinde Argo ile Leastris girdi. Arkalarına iple bağlanan Graveth yerde sürükleniyordu. O sırada askerlerin yanına varmıştım. Askerler hafif piyadeydi ve hemen onları kapının kenarına yolladım. Yayıma oku itina ile yerleştirdikten sonra adamlara sessizce “saldırın!” dedim. Askerler aniden saldırıya başladı. Orada sadece Leastris ve Argo var sanmıştım ama beş tane de Svadya piyadesi vardı…

-Piyadelere saldırın!

Dedikten sonra Leastris’e ve Argo’ya yöneldim. Argo kılıcını çektiğinde ona bir tekme savurarak yere düşürdüm. O sırada Leastris kılıcını koluma savurdu. Kolum derinden çizilmişti. Kolumu tutarken Leastris kılıcını bir kez daha savurdu. Aynı kolumu yine çizmişti. Kolumu tutmayı bir anlık bırakıp Leastris’i ittirerek onu da yere düşürdüm. İkisi de kalkmadan kolumun acısı biraz olsun geçmişti. Kılıcımı aldığımda ise ikisi de karşımda duruyordu.

İlk darbe Argo’dan geldi. Sonraki darbe ise Leastris’den. İki darbeyi de çok kolay savuşturduktan sonra kılıcımı tüm gücümle Leastris’e savurdum. Leas kılıcını sıkarak vuruşumu savuşturmayı bekliyordum. Darbenin etkisi ile savunmuş olsa bile Leastris, iki-üç adım geriledi. O sırada Argo kılıcını bana savurdu. Çok kolay bir şekilde savuşturuyordum. En sonunda Argo’nun bacağına bir çizik attım ve Argo yere düştü. Kılıcımı tam ona kaldırdığımda Leastris ayağa kalktı ve kılıcını bana savurdu. Kılıç yanağımı çizdi. Yanağımın anlık acısı ile kılıcı elimden düşürdüm. Leastris ikinci darbesinde kolumu çizdi ve beni yere düşürdü. Yanağım çok acımıyordu ama kolumu derinden çizmişti. O sırada diğer savaştaki üç Rodok askeri beş Svadya piyadesine yenilmişti. Kalan iki Svadyalı da bana yöneliyordu. Herkes geldiğinde kılıçlarını bana doğrulttular. Buraya kadarmış. Annemin ve babamın özlemi… Birazdan bitecekti…

Birdakine daha uzun olcak,emin olabilirim ?
 
Erak said:
Thermicias said:
6. Bölüm hazır. İyi okumalar...

Uyandığımda yanımda elinde tıbbi araçlar olan bir adam vardı. Bana gülümsüyordu ve rahatlatıcı bir şekilde:

-Tanrıya şükür kendine gelebildin! Hayati tehlikeyi atlattın.

Derken içeri biri girdi; Kral Graveth! Bana bakıp hekime “Thermicias bu mu?” diye sordu. Adam başı ile onayladıktan sonra çadırdan çıktı. Kral Graveth bana mutlu bir tavırla baktı ve:

-Maras Kalesi sınır ama oradan kuşatılmak aklımın ucundan geçmezdi.

Dedi. Sırtımdaki ağrı yüzünden rahat doğrulamadım ama doğrulduktan sonra:

-Yardım etmekten onur duyarım efendim. Maras Kalesi kurtuldu mu?

-Hayır, ama savaş bizim lehimizde ilerliyor. Getirdiğin o mektup olmasaydı şu anda burada Svadya’nın sancağı dalgalanıyor olurdu. Çok teşekkürler. Seni nasıl ödüllendirebilirim?

-Ödüle gerek yok efendim. Ben bir Rodok olarak yapmam gerekeni yaptım. Elime geçen ilk fırsatta Rodok aleyhine yapılan bir planı size ulaştırmam ödüllük bir şey değil.

Dediğimde güldü.

-Elbette ki ödüllendirilmelisin Thermicias. Lord Raichs hayatını sana borçlu.

Hafifçe gülümsedikten sonra:

-Bu arada, adımı nereden biliyorsunuz, kralım?

-Mektubu koyduğun zarfa yazmışsın.

-Ah! Hatırladım.

Dedikten sonra gök gürültüsünü andıran bir ses çıktı. Mancınıklardan biri surları vurup surun bir kısmını yıkmıştı. Graveth kaskını giyip hızla dışarı fırladı. O sırada hekim içeri girdi. Yanında birkaç ile asker yaralıları getiriyordu.  Kalkmaya çalıştığımda hekim gelip beni durdurdu.

-Dinlenmelisin.

Dedikten sonra yaralılara yardıma geri döndü…



Birkaç saat içerisinde kılıç sesleri azalmaya başlamıştı ama arada bağrışmalar duyuluyordu. Aniden içeriye bir Svadya askeri girdi. Hekime doğru yaklaşırken kafasına çift elli satır indi…

Yanımdaki yaralılardan bazıları kurtarılamamıştı ancak hekim birkaç yaralının yaralarını hafiflettikten sonra beni tedavi etmeye devam etti. Sırtımdaki sargıları çıkarıp sırtıma göz attıktan sonra vücudumun kendini çok hızlı iyileştirdiğini ve yaranın az da olsa kapanmaya başladığını söyledi. Sonra da oraya pansuman yaptı. İlk olarak inanılmaz bir acı hissettim ama sonra acı hissetmemeye başladım. Sonra hekim orayı tekrar sardı…



Dışarıdaki kılıç sesleri tamamen kesilmişti. En sonunda Graveth’in bağrışını duydum, “Zafer!”. Graveth cümleyi bitirdiğinde herkes coşkuyla bağırdı. Böyle demeyi sevmiyorum ama benim sayemde kazandılar… Bir süre sonra tüm lordlar ve Kral Graveth çadıra girdi. Kral beni göstererek:

-Savaşı bu adam sayesinde kazandık dostlarım! Thermicias, Maras Kalesi’ni kurtaran asıl kişidir!

Dedikten sonra herkes alkışladı. Ben de övgüyü başımla kabul ettikten sonra sonra:

-Kuşatmayı ben engellemedim kralım. Tüm övgüyü askerleriniz hak ediyor.

Dedikten sonra Graveth:

-Sen olmasaydın o askerler şu anda burada olmazdı. Büyük işleri başaran vücudum gövdesi, kolları ya da bacakları değildir, ( Parmağını şakağına dayayıp) beynidir.

Dedikten sonra hafifçe gülümsedi. Diğer kontlar da başı ile onayladı. Kont Raichs ise hayatımı kurtardığım için bana çok teşekkür ettiğini söyledi.

Küçük çaplı tebrik konuşmasından sonra tüm lordlar ve kral çadırdan ayrıldı. Hekim ise birkaç saat uyumamı söyledi… Uyandığımda hekim çadırda yoktu. Çok geçmeden çadıra girip sargımı açtı ve yarama baktı. Yaramın çoğu kapanmıştı. Hekim tekrar pansuman yapıp yaramı sardı ve iki güne kalmadan iyileşeceğimi söyledi.

…[Bir gün sonra]

Yaram hala biraz acıyordu. Ama hekim artık kalkabileceğimi söyleyince hemen kalenin içinde yürümeye çıktım. İlk adımlarımda bacaklarımın uzun süre kullanılmadığı için uyuştuğunu hissediyordum. Ama zamanla bacaklarım rahatlıyordu. En sonunda da hiçbir şey hissetmeden rahatça yürüyordum. Sonra hekime teşekkür etmeyi unuttuğumu hatırlayıp çadıra geri döndüm. Tam ben girerken bir Rodok askeri de dışarı çıkıyordu. Tam çarpışıyorduk ki aniden durdum. Adama yol verecektim ki asker “Kral Graveth sizi çağırıyor.” diyip beni saraya götürdü. Saraya girdiğimde Kral Graveth ve Lord Raichs tahtlarına oturuyordu. Ben gelince Lord Raichs’in yüzünde bir tebessüm belirdi. Graveth ise “Hoş geldin Thermicias.”  diyip “Yanıma gel.” der gibi işaret etti. Yanlarına gelince başım ile Lord Raichs’e selam verip Kral Graveth’in önünde eğilip “Kralım, beni çağırmışsınız?” dedim. Kendimi resmen bir Rodok gibi hissediyordum. Kısa süreliğine de olsa bozkır haydutluğunu unutmuştum… Graveth beni ayağa kaldırıp “Lord Raichs’in sana söylemek istediği bir şey var.” dedi. Raichs Kraldan izin aldıktan sonra konuşmaya başladı:

-Thermicias, biliyorsun ki köyüm Svadya askerlerince yağmalandı.

Başımla onayladım.

-Köy yağmalandığında en erken bir-iki ayda köylülerce durum düzeltilebiliyor. Senden, diğer köylerimizden,  köyüm İstinar’a erzak ve tarımsal gelişim için tohum ve tahıl getirmeni istiyorum. Ayrıca köylülerime silah eğitimi vermeni de istiyorum.

-İstediğiniz eğitim ancak yay-ok ve çift elli silah eğitimi olursa bunu yapabilirim çünkü diğer silahlar hakkında tecrübem yok.

Raichs başı ile onaylayarak:

-Yay ve ok eğitimi verirsen okçular kendilerini pekâlâ koruyabilirler.

Kafam ile selam vererek dışarı çıktım. Çıktığımda direk köye yöneldim. Köye geldiğimde köydeki yangın söndürülüyordu. Köyün içerisinde birkaç arbaletçi nöbet tutuyordu. Köye girip köy yaşlısını buldum:

-İyi günler.

-Ah! Günaydın efendim.

-Lord Raichs beni köyünüze ne kadar erzak, tahıl ve tohum lazımsa getirmemi söyledi.

-Hımm… Erzak olarak toplam bin dinarlık et, ekmek, yağ ve balık lazım.

Diyip bir kese dolusu para verdi.

-Burada bin dinar var. Tahıl ve tohum için beş yüz dinar yeter.

Diyip elime bir kese daha tutuşturdu.

-Burada da iki yüz dinar var. Bir köyde satman için de kumaş vereceğim. Biraz bekle.

Diyip arkasındaki kulübeye girdi. Kısa süre sonra elinde sağlam bir çubuğa sarılmış bolca kumaş ile dışarı çıktı. Kumaşı bana verip iyi yolculuklar diledi.

Yürüyerek gitmek insanı çok yoruyor açıkçası… Ama mecburdum. Aslında yolum da kısaydı. Bir sonraki köye gelene kadar hiç dinlenmedim. Ama itiraf etmeliyim ki geldiğimde çok yorgundum. Köy yaşlısına yürüyüp gerekli malzemeleri aldım ve parayı eksiksiz bir şekilde ödedim. Hatta kumaş üç yüz dinardan fazlaymış. O yüzden su ve ekmek alma şansım oldu. Yolda da suyumu ve ekmeğimi bitirdim…

Köye geldiğimde bir sürü isabet tahtası vardı. Yanlarında ise yay ve ok. Erzakları ve tahıl ve tohumu köy yaşlısına verdikten sonra herkese birer yay ve ok almalarını söyledim. O sırada ben kendi yay ve okumu çıkarmıştım.

-Yayınıza oku yerleştirdikten sonra, güçlü bir şekilde gerin.

Herkes dediğimi zorlansalar da yaptı. Biri ise hiç zorlanmadan yayı gerdi.

-Hedefe odaklanın. Hedef uzaktaysa yayınızı biraz yukarıda tutun.

Diye anlattım.

-İyice odaklandığınızda da (oku yaydan çıkarıp hedefi tam ortadan vurup) yayı serbest bırakın.

Herkes ortadan vurulan hedefe “Vay be!” der gibi bakıyorlardı.

-Şimdi… Anlattıklarımı uygulayın ve hedefi olabildiğince ortadan vurmaya çalışın.

Dedikten sonra köylüler yaylarını gerdiler. Bazılarının odaklanması çok uzun sürdü. Bazıları ise odaklanmadan oku yaydan çıkardılar. Odaklanmayanlardan yalnızca bir tanesi hedefi vurabilmişti ama o da neredeyse ıska geçiyordu. Hiç odaklanmadan ya da odaklanması hiç bitmeyecekmiş gibi odaklananların dışında bir adam kısa sürede çok iyi bir atış yaptı. Hedefin ortasına doğru giden ok az farkla hedefin ortasının biraz aşağısına düştü. Bu adam yayı çok kolay bir şekilde geren adamdı… Aşırı odaklananlardan başarılı atış yapanların sayısı çok fazlaydı ama onlara da daha kısa sürede odaklanmaları gerektiğini söyledim…

…[Yaklaşık otuz deneme içerisinde]

Hala beceremeyenler vardı. Ama şu ilk atışı çok başarılı olan adam on beşinci beceriden sonra her seferinde olmasa da hedefi ortadan vuruyordu. Daha çok denemelerde daha çok ortadan vurmaya başlayınca adamı yardımcım yaptım. O da bazen benim yerime köylüleri eğitiyordu. Bu sırada talimi kısa süreliğine bırakıp köy yaşlısına baktığımda yanındaki bir-iki adamla tarlaları düzeltiyorlardı.

-Kolay gelsin…

-Teşekkürler. Bu arada adım Stavros. Siz de…

-Thermicias.

-Memnun oldum, Thermicias.

-Bende.

Dedikten sonra eğitime geri döndüm ve eğitimi ben devraldım. Yardımcılarım da kendi eğitimlerine geri döndüler…



Güneş batıyordu. Köylülerin çoğu kendilerini koruyabilecek kadar iyi nişancı olmuşlardı. İyi olamayanları büyük bir sabırla eğitiyordum… Tam onları eğitirken, yerin sarsıldığını hissettim. Ne olduğunu anlamak için köyden dışarı baktığımda çok yakımızda yüze yakın Svadya şövalyesi vardı.

-Yaylarınızı gerin! Nişan al! Ateş!!

Diye emir verdim. Şövalyelerin üstüne adeta ok yağıyordu. Bahse girerim düşmanlardan hiçbiri böyle bir şey tahmin etmezdi… Okçular atışa devam ederken ben yanıma beş kişi aldım ve başka bir yerden atışlarımıza devam ettik. O sırada bir arbaletçi yukarı çıkıyordu… Atlılar kargılarını indirip meydandaki okçulara yöneliyordu. Ben ve yanımdaki beş kişi atışlarımızı öndeki atlılara yoğunlaştırdık. Ama işe yaramadı; Şövalyeler köylülerden oluşan duvarı ikiye ayırdılar.

Bu arada köy yaşlısı Stavros ve yanındaki iki adam sopalarını ve satırlarını kapıp yakın dövüşe girmişlerdi. Stavros elindeki sopayı oraya-buraya sallarken “Köyümüzü yine yağmalayamazsınız!” diye bağırıyordu. Yanındaki iki adam ise her eline birer satır alıp şövalyelere savuruyorlardı. Ama tabii ki uzun sürmedi. Bir şövalye Stavros’a atı ile çarpıp onu bayıltmıştı. Yanlarındaki iki köylü ise şövalyelerin seher yıldızlarına kurban gitti.

Benim ise oklarım bitmişti. Kılıcımı çekip şövalyelere koştum. Gözlerimi kapatıp kılıcımı birine savurdum.  Gözümü açtığımda yerde atan bir at ve bana öfkeyle seher yıldızını savuran bir şövalye gördüm. Adam öfkeyle yaklaşıyordu. Seher yıldızını bana savurduğunda eğilip adama bir tekme attım. Üç-dört adım gerileyip yere düşen şövalyeye yürüyordum ki önümden bir şövalye geçti. Ama vuramamıştı. Yanımdan geçip gitti sanmıştım ama o bana tekrar yöneldi. İkiye bir dövüşüyordum.  Atlı bana yaklaşırken kılıcımla adamı atından düşürdüm. Ama diğer şövalyeden bir yumruk yedim ve yere düştüm. Adamların ikisi de seher yıldızlarını kaldırdılar. Birden birinin kalbine bir ok saplandı. Yere düşen şövalye ile dikkati dağılan diğer şövalye de kısa süre sonra öldü.

Yerdeki oklardan alıp sadağıma koyduktan sonra bir adam gördüm. Kaleye koşuyordu ama üstünde köylü giysisi vardı. Ama bir sorun vardı; yerde yatan askerin kaskı yerine deri başlığı, köylünün ise çıkarmakta olduğu kaskı ve botu vardı. Kılık değiştirmiş! Yayımı gerip orayı hedef aldım. Yayın telini bırakırken birden yana fırladım. Bir at bana çarpmıştı. Bilincim hala yerindeyken asker bana bakıp seher yıldızını kaldırdı. Ama bana vuramadı; çünkü gelen dört-beş ok ile atından düştü ve öldü. O sırada benimle gelen beş köylü beni kaldırıp bir evin arkasına götürdüler. Ama bilincim kapanmadı. Kendime geldim ve savaşın olduğu yere baktım. Rodok arbaletçileri dağın yamacından kaçmaya çalışan şövalyelere ateş ediyorlardı. Lord Raichs ve Kral Graveth şövalyelerin arkasından kovalıyordu. Şövalyeler, Svadya ile Rodok sınırı olan nehri arkalarına bakmadan geçtiler…

Ertesi sabah Lord Raichs beni sarayına çağırdı. Vakit kaybetmeden oraya gittim…

-Günaydın Lordum. Beni çağırmışsınız?

-Sana da günaydın Thermicias. Köyüme erzak ve tarımsal destekte bulunduğun için çok teşekkürler. Köylülerime verdiğin eğitimi de unutmadım tabii (Son cümleyi söylerken omzuma hafifçe vurdu).

-Onur duyarım efendim.

Dediğimde hafifçe gülümsedi. İki kese çıkarıp bana verdikten sonra:

-Buyur Thermicias. Görev ödülün iki bin dinar.

Reddetmeyi denedim ama Lord Raichs keseleri elime bıraktı.

-Çok teşekkürler Lordum.

-Ben teşekkür ederim Thermicias. Bu arada, sana yeni bir görev vereceğim.

-Dinliyorum efendim.

-Kimseye söylemediğim ama olabileceğini düşündüğüm büyük bir sorun var Thermicias. Aslında bu tüm Rodok Krallığı’nı yıkabilecek bir sorun. İçimizden bir lordun hain olduğunu düşünüyorum. Yüce İttifak ile işbirliği yaptığı ile ilgili şüphelerim var.

-Kimden şüpheleniyorsunuz efendim?

-Lord Gutlans. Uzun süre boyunca Lord Gutlans’ı izlemeni istiyorum. Eğer şüphelerim doğruysa bana sağlam bir kanıt getireceksin. Ben de onu adalete teslim edeceğim ya da Kral Graveth’in emri ile idam ettirilecek. Şu anda Yalen Şehri’nde.

-Emredersiniz!

Diyerek dışarı çıktım… Dışarıda nöbetçiler etrafı gözetliyor. Halk ise dışarıda geziniyordu. Yürürken bir adama çarptım ve adam yere düştü. Kalkması için elimi uzattığımda kalkıp hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Gergin bir adamdı. Zindana doğru yürüyordu. Uzun süre ona baktım. Gergin adam ise gardiyanın yanından geçip gitti…

Lord Raichs’in bana verdiği hızlı bir at ile Yalen’e doğru gittim. Gün ortasında da oraya vardım… Şehre girdiğimde etrafta bir tuhaflık yoktu. Sadece kapüşonlu bir adam kaleden çıkıp etrafına bakarak ara sokaklara karıştı. Biraz mesafeseli olarak peşinden gittim. Ara sokaklarda onu takip ediyordum. Ara sokaklarda hiç düz gitmiyordu. Hep sağa-sola dönüyordu. En sonunda bir evin önünde durup evin kapısını çaldı. Adamı dikkatlice izliyordum ki adam benim olduğum yerde göz gezdirdi. Son anda saklandım. O sırada kapı açıldı ve kapıyı açan adam “Leastris, sen miydin?” diyip içeri adamı içeri aldı. Evin açık penceresine kendimi göstermeden yaklaştım ve kulağımı pencereye yaklaştırdım. Konuşmaları çok rahat duyuyordum.

-Leastris, ne oldu? Gutlans toplantıyı kabul etti mi?

-Evet.

-Nerede buluşacağız.

-Gutlans buraya gelecek. Bu akşam.

-Güzel.

-Kral Harlaus’a haber vereyim mi?

-Daha değil Leas. İlerleme kat etmezsek Harlaus çok sinirlenir. Toplantı olumlu sonuç verirse haber vermeye gidersin.

Kral Harlaus yakalanmamış demek…

-Başarılı olur, değil mi?

-Bakacağız ve göreceğiz…

-Ya adam bizi yakalatır ve idam ettirirse.

-Hadi ama! Arkamızda koskoca Yüce İttifak var! (“Koskoca Yüce İttifak” derken sesini arttırmıştı)

-Biz sadece piyonuz Argo! Biz yakalanıp öldürülürsek Harlaus ve ittifak hiçbir halt yapmaz!

-Belki haklısındır. Ama risk almadan başaramazsın.

Bir süre sessizlik olduktan sonra Argo lafa devam etti:

-Gutlans bizi öldürürse asla Lord Kastor’u tahta oturtamaz. Sonuçta istediği gerçekleşemez. Endişelenme. Yüce İttifak’tan bir sürü kişi Kastor ile arkadaş. Rodok Krallığı Yüce İttifak’a dâhil olursa benim de kervanlarım kolayca ticaret yapabilir.

-Benim demek istediğim, ya başkası durumu fark ederse? Rodok Krallığı’na bağlı biri?

Argo cevap veremedi. Leas ise:

-Ben biraz hava alacağım.

Diyerek kapıya yöneldiğinde hemen evin yan duvarının arkasına saklandım. Leastris biraz bekledikten sonra tekrar içeri girdi. Ben de direk pencerenin başına gittim. Leastris Argo’ya sesleniyordu. “Nereye gittin?”. O sırada ben de pencereden içeriye bakmıştım. Argo mutfaktan elinde iki arjantin dolusu bira ile masaya oturdu.

-İç. Rahatlarsın.

Diyerek kendi arjantinini Leastris’in arjantinine tokuşturup büyük bir yudum bira içti. Yüzünü bira yüzünden ekşitip konuşmaya devam etti. O konuşmaya başladığında ben kafamı pencerenin yanına çekmiştim.

-Leas, senin neyini seviyorum biliyor musun?

-Neyimi?

-İşini sağlama alma ihtiyacını. Bende olmayan şey işte bu!

Diyip güldü. Leas bıkkın bir şekilde:

-Hadi plana geri dönelim.

-Plan mı?

Diyip kahkahayı patlattı Argo.

-Al sana plan; Gutlans ile konuşacağız ve o bize planı anlatacak.

Birden ciddileşti.

- Git etrafta dolan biraz. Akşam mutlaka toplantıda ol!

Leastris:

-Tamam. Ben çıkıyorum.

Derken ben oradan uzaklaşıyordum…



Akşama kadar handa bir oda tuttum ve orada kaldım. Akşam olmaya yakınken sokağa çıktım. Bu arada ne olur, ne olmaz handan bir bıçak aldım. Etrafta boş boş dolanan biri gibi davranıyordum. Kont Gutlans tahminimden geç çıktı. Hızlı adımlar ile ara sokaklara daldı. Ben de onun gibi hızlı adımlarla peşinden gittim. Biraz ilerleyip sola döndüğünde adımlarını hızlandırdı hatta koşmaya başladı. Ben de sola döndüğümde önüme biri çıktı. Beni ittirip yere düşürdü. O sırada hemen Gutlans’a haber vermek için oraya doğru koştu. Ben de kalkıp onun peşinden gittim. Çok geçmeden bıçağımı adama fırlattım. Bıçak şans eseri adamın bacağına saplanmıştı ve adam yere düştü. Yüz üstü yere düşen adamın bacağındaki bıçağı alıp adamı kendime doğru çevirdim ve bıçağı adamın kalbine sapladım. Adamın kılıcını alıp eve doğru ilerledim. Ev görüş alanıma girdiğimde kapı yeni kapanmıştı. Hemen pencerenin yanındaki yerime geçtim ve konuşmaları dinledim.

-Ah Gutlans! Peşinden gelen olmamıştır umarım.

-Aslında biri peşimden geldi. Ama gittiğim yolu koruyan bir askerim işini bitirdi.

-Güzel. Bir planın var mı?

-Öncelikle, ben bir lordum ve bana lordum diye hitap edeceksin. Plana gelirsek, arkadaşın…

-Leastris.

-Her neyse… Leastris ve sen Graveth’i yalnız yakalayıp Harringoth Kalesi yakınlarındaki sığınağımıza götüreceksiniz. Ben de Lord Kastor’u bulacağım. O sırada öfkeliyseniz, öfkenizi Graveth’ten çıkarabilirsiniz.

Diyip güldü. Aniden ciddileşip:

-Ama onu öldürmeyeceksiniz!

-Tamam Gutlans… Endişelenme.

-Lordum diyecektin!

-Her neyse… Görüşürüz.

Bir dakika… Gutlans’ın askerini öldürdüm ama yolunun üstünde bıraktım. Hemen adamın olduğu yere koşup adamı kuytu bir köşeye bıraktıktan sonra yoluma devam ettim…

… [Ertesi sabah]

-Lordum…

-Efendim Thermicias?

-Harringoth Kalesi yakınlarında bir sığınakları varmış ve ne zaman olduğunu bilmiyorum ama Kral Graveth’i yakalayıp oraya götüreceklermiş. Ve en önemlisi, Gutlans Lord Kastor’un tarafındaymış.

-Lord Kastor mu?

-Evet efendim.

-Thermicias! Sana birliğimden üç kişi veriyorum. Git ve hemen Harringoth Kalesi yakınlarına bak!

-Emredersiniz!

Diyip kaleden askerler ile beraber çıktım. Harringoth Kalesi’ne kadar çok hızlı gittik. Sığınağa aramaya başladığımızda ormanın içinde terk edilmiş bir depo gördük.

-Üçünüz burada bekleyin. Ben Jelkala’ya gidiyorum. Eğer Kral Graveth buraya getirilse içeri girdiklerinde onları izleyin.

-Tamam!

Dedikten sonra oradan ayrıldım ve Maras Kalesi’ndeki atımı almak için yola çıktım…


Atımı alıp Jelkala’ya olabildiğince hızlı bir şekilde gitmeye çalıştım. Akşam olduğunda Jelkala’ya gelmiştim. Sokakta kimse yoktu. Ortamdaki sessizliği bozan tek şey handan gelen seslerdi. Etrafıma bakarken kapüşonlu birini gördüm. Leastris! Aralarında bir konuşma geçti ve kale muhafızı ona kapıyı silahlarını almadan açtı. Kale muhafızına gidip alaycı bir tavırla:

-Ben de içeri girmek istiyorum, ama silahlarımı almayacaksınız.

-İmkansız. Silahlarını ver.

-O zaman içerdeki adamım silahlarını almadın?

Diyince beni ittirip:

-Sen de çok soru sordun! Ya buradan kendin git ya da ölü olarak…

Adam karnındaki oka bakarak yere yığıldı. Gardiyan da kılıcını çekemeden okların kurbanı oldu. O sırada surlardaki muhafızlar okçuya koşuyordu. Okçuyu boşverip kaleye girdim. Girdiğimde iki muhafız mızraklarını bana savurdu. Eğilip saldırıyı atlattıktan sonra hemen kalkıp öne atladım. Muhafızlar bana yönelirken kılıcımı çekmiştim. İkisi de mızraklarını bana savururken, geriye sıçradım. O sırada arkadan sesler geliyordu. Kral Graveth “Ne oluyor?” diyemeden sesi kesildi. O sırada muhafızların biri bana mızrağını savurup beni yere yığdı. O sırada Argo ve Leastris kapıya yöneliyordu. Muhafızlardan biri kapıyı açtı ve gözümün önünde oradan kaçtılar…

Yere yığıldığımda kılıcımı elimden düşürmüştüm. Muhafız bana mızrağını saplarken yana yuvarlanarak ayağa kalktım ve muhafızın yüzüne sağlam bir yumruk attım. O sırada diğer muhafız da baltasını çıkarmıştı ve bana savurdu. Kolumu hafifçe sıyıran baltanın etkisiyle anlık bir acı hissettim. İkinci darbesini tam indirirken adamın baltasından tuttum ve ittirdim. Bir-iki adım geriye giden muhafız tekrar bana doğru koşarken çoktan kılıcımı almıştım. Adam baltasını yukarıda tutarak koşarken aniden kılıcımı muhafıza sapladım. Adam orada öldükten sonra diğerine gittim. Adam burnunu tutarak merhamet dileniyordu. Hiç zamanım yoktu ve adamı öldürüp oradan çıktım. Hemen atımı binip depoya doğru gittim. Oraya vardıktan sonra hemen askerlerin yanına gittim. Onların yanına giderken depodan içeri at üzerinde Argo ile Leastris girdi. Arkalarına iple bağlanan Graveth yerde sürükleniyordu. O sırada askerlerin yanına varmıştım. Askerler hafif piyadeydi ve hemen onları kapının kenarına yolladım. Yayıma oku itina ile yerleştirdikten sonra adamlara sessizce “saldırın!” dedim. Askerler aniden saldırıya başladı. Orada sadece Leastris ve Argo var sanmıştım ama beş tane de Svadya piyadesi vardı…

-Piyadelere saldırın!

Dedikten sonra Leastris’e ve Argo’ya yöneldim. Argo kılıcını çektiğinde ona bir tekme savurarak yere düşürdüm. O sırada Leastris kılıcını koluma savurdu. Kolum derinden çizilmişti. Kolumu tutarken Leastris kılıcını bir kez daha savurdu. Aynı kolumu yine çizmişti. Kolumu tutmayı bir anlık bırakıp Leastris’i ittirerek onu da yere düşürdüm. İkisi de kalkmadan kolumun acısı biraz olsun geçmişti. Kılıcımı aldığımda ise ikisi de karşımda duruyordu.

İlk darbe Argo’dan geldi. Sonraki darbe ise Leastris’den. İki darbeyi de çok kolay savuşturduktan sonra kılıcımı tüm gücümle Leastris’e savurdum. Leas kılıcını sıkarak vuruşumu savuşturmayı bekliyordum. Darbenin etkisi ile savunmuş olsa bile Leastris, iki-üç adım geriledi. O sırada Argo kılıcını bana savurdu. Çok kolay bir şekilde savuşturuyordum. En sonunda Argo’nun bacağına bir çizik attım ve Argo yere düştü. Kılıcımı tam ona kaldırdığımda Leastris ayağa kalktı ve kılıcını bana savurdu. Kılıç yanağımı çizdi. Yanağımın anlık acısı ile kılıcı elimden düşürdüm. Leastris ikinci darbesinde kolumu çizdi ve beni yere düşürdü. Yanağım çok acımıyordu ama kolumu derinden çizmişti. O sırada diğer savaştaki üç Rodok askeri beş Svadya piyadesine yenilmişti. Kalan iki Svadyalı da bana yöneliyordu. Herkes geldiğinde kılıçlarını bana doğrulttular. Buraya kadarmış. Annemin ve babamın özlemi… Birazdan bitecekti…

Birdakine daha uzun olcak,emin olabilirim ?

demi lan  :lol:
 
Status
Not open for further replies.
Back
Top Bottom