Gerçek Tarih Kürtler kimlerdir!!!

Users who are viewing this thread

Status
Not open for further replies.

KemalistDevrim

Sergeant
Irkçılık, etnik, siyasi, dini, kültürel ve cinsel ayrımcılık:
Taleworlds forumlarında ırkçılık ve ayrımcılığın her türlüsü yasaktır. Bu sitenin kullanıcı topluluğu birçok farklı kültür ve milliyetten bireylerden oluşan uluslararası bir topluluk olduğundan, forumun hangi alanında olursa olsun bu kuralın ihlalinin ağır sonuçları olacaktır.

öncelikle yukarıda kurallar bölümünden bir alıntı yaparak başlamak istiyorum Türkçemizi koruyalım isimli konuda dikkatimi çeken(ki bu konuyada dikkatimi bir arkadaşımızın imzası çekmiştir) bir tartışma yaşanmış  tarihi belgelerle seladdin eyübinin kökenleri tartışılmış Kürtmüdür-Türkmüdür-arapmıdır-farsmıdır gibi aslında konu çok garibime gitti çünki Türkçeyi korumak ile seladdin eyübinin ne ilgisi vardı veya kökenini anlayamadım ama her yerde olduğu gibi
bilgisayar oyunu forumlarında bile Kürtçü şovenizmle karşılaşmaktayız ne yazıkki Tarihi referans alan ortaçağ
temalı bir oyunda bile etnikçi bir tarih tartışması yaratacak kadar siyasi bunalımlı bir dönemdeyiz

şimdi konu dışı olarak bir çok tartışmaya cevap olacağına inandığım bir kaç alıntı yapacağım Kürtler kimlerdir?

Kürtlerin vatanı neresi?


Hülya Avşar’dan İsmail Beşikçi’ye

Türk basını son yıllarda Türk basını dışında her şey oldu. Eğer Türkiye aleyhinde Ermeni propagandası yapacaksanız, Kürt propagandası yapacaksanız, Rum propagandası yapacaksanız, gazetelerin sayfaları, televizyonların stüdyoları sizlere açılır. Ama Türkiye’yi savunacaklar için bu kanallar tümüyle kapalıdır.

Buna rağmen bazen en Kürtçü propaganda bile Türk tezlerinin doğruluğunu ispatlayabilir. Geçtiğimiz haftalarda Hülya Avşar’ın Kürt olduğunu ispat etmek için röportaj yapmışlardı kendisiyle ama Hülya Avşar “babam Kürt dedem Türk” diyebilmişti. Türk dede ve Türk ninenin çocuğu nasıl Kürt olabilirdi ki! Kürtçüler Kürtçülük yaparken bile gerçekler ortaya çıkıyordu.

Daha enteresan bir röportajı ise İsmail Beşikçi verdi. Beşikçi daha Apo anasının karnındayken bile Kürtçülük sevdasına düşmüş bir Türk sosyologudur. Ömrünü Kürtçülüğe adamıştır ama kendisi Türktür. Kürtçülük için 17 yılını hapiste geçirmiştir ki bu süre hiçbir Kürdün içerde yatmadığı kadar uzundur.

İsmail Beşikçi’nin röportajı son derece ilginç ve Kürtlerin bıçak sırtında yapmak zorunda oldukları tercihi gözler önüne seriyor.

Beşikçi’nin önerisi Türkiye’de bir federal Kürt devletinin kurulması. Ve bu devletin kuruluşu için fazla adım atmayan Kürtleri eleştiriyor. Bu devletin kurulacağı alan olaraksa Güneydoğu’yu gösteriyor ve “Kürtler Kürtlerle yaşasın Türkler de Türklerle” diyor.

Bizim geçtiğimiz sayıda yazdıklarımızı Beşikçi böylelikle doğrulamış oluyor. “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”nın yılmaz savunucusu Türk aydını Beşikçi şaşkınlık içinde:???:Bu kadar yaklaşılmışken Kürtler neden Kürdistan’ı kurmuyorlar diye feryat ediyor!

Kürtler neden Kürdistan’ı kurmuyor?

Beşikçi’nin hüsranı aslında Kürtçülere destek veren diğer aydınlar için de bir ders niteliğinde. Bugüne kadar Türk aydınlarının bir kısmı Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkını savundu ve bu uğurda büyük bedeller ödedi.

Ama gelinen noktada Kürtlerin niyetinin bağımsız bir Kürt devleti kurmak olmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü Kürtler sadece Güneydoğu’yu değil tüm Türkiye’yi talep ediyor!

Aslında asgari bir sağduyusu olan aydının bu durumu sorgulaması gerekir. Yıllardır mazlum halk rolünü oynayan Kürtler, yıllardır “vatanımızı kurtarmak için savaşıyoruz” diyen Kürtler nasıl olur da şimdi başkalarının vatanını ister!

Ama bunu görebilmek için Kürt meselesinin bir dış mesele olduğunu, Kürtlerin de tümüyle dış dinamikler tarafından kontrol edildiğini görmek gerekir. Kürtler, hak arayan bir halk değil emperyalistlerin planlarını uygulayan bir piyon halktır.

O nedenle de Kürtlerin bağımsızlığı için savaşan bir PKK’dan değil, Amerikan Ordusu’na lejyon olarak hizmet veren paralı Kürt çetesi PKK’dan bahsedilebilir.

Bu çetenin hedefi ise Kürtlerin vatanını kurtarmak değil Anadolu’yu Türklerden kurtarmaktır. Anadolu Türklerden kurtarılacak ve Rumlara, Ermenilere ve emperyalist efendilerine bırakılacaktır.

Kürt meselesinin özü de bugün için bağımsız Kürdistan’ın kurulması değil, Bizans’ın, Pontus’un ve Ermenistan’ın kurulmasıdır


Kürtlerin nüfus savaşı

Ama piyon halk Kürtler bu amaç için kullanılırken bir tek şey düşünülmemiştir o da Kürtler.

Kürtlerin Anadolu’yu Türklerden temizlemesi için bir silahlı savaşa değil nüfus savaşına ihtiyaçları vardı. O nedenle de Apo Kürtlere “silahı olan silaha silahı olmayan karıya sarılsın” diyordu.

Bunu yaptılar ve Kürt nüfusu hızla artırıldı ve batıya göçertildi. Bizim Kürt istilası dediğimiz bu hareket bile Kürtçülerin kendileri için değil başkaları için çalıştığını göstermektedir.

Böylelikle Türkiye’nin batı illerinde ciddi bir Kürt nüfusu birikti. Öyle ki Kürtçüler için en büyük Kürt ili İstanbul’dur. Bu bir taraftan büyük bir başarıdır çünkü Türkiye’nin demografik yapısı değişmektedir. Ama bu başarı beraberinde büyük tehlikeleri de getirmektedir.

Türkiye’nin nüfusu 70 milyondur. Kürtçüler bu nüfusun 20 milyonunun Kürt olduğunu iddia ediyorlar. Rakam elbette çok yüksek ama yine de sanki doğruymuş gibi ele alalım.

Bu nüfusun yaklaşık 8 milyonu Güneydoğu’da yaşıyor. Böyle bir durumda Kürtlerin büyük bölümünün kendilerinin anavatan olarak gördükleri Güneydoğu’da yaşamadığı ortaya çıkar. Kürtlerin %40’ı “kendi vatanlarında” %60’ı ise “Türklerin vatanında” yaşıyor diyebiliriz onların mantığıyla.

O halde soralım ne arıyor bu kadar Kürt Türklerin vatanında?

Ama daha acı bir soru soralım bu Kürtlerin sonu ne olacak?

Kürtçülüğün ağababaları için hava hoştur. Ama Türkiye’nin batı illerine göçertilen Kürtleri düşünen var mıdır?

İşte İsmail Beşikçi inanılmaz bir Kürt dostluğuyla bu tehlikeyi göstermeye çalışıyor Kürtlere. Diyor ki İstanbul’da 8 milyon Kürt bile olsa orası Kürdistan olamaz.

Elbette Kürdistan olamaz Beşikçi ama Konstantinapol olabilir. Kürtler de Konstantinapol’ü ele geçirmek için savaşan Haçlı Ordusu’nun erleri!

Kürtler ve Yuhudilerin sonu

Rakamların gelişimine devam edelim. Kürtçülerin rakamlarına göre Güneydoğu hariç Türkiye’nin nüfusu 62 milyondur ve bunun da 12 milyonu Kürttür. Yani %20 Kürt, %80 Türk.

Şimdi bu %20’nin %80’i asimile etmesi mümkün müdür?

Yani batıya göçertilen 12 milyon Kürt 50 milyon Türk’ü Kürtleştirebilir mi?

Elbet olabilir ama bunun gerçekleşmesi bir 100 yılı bulur!

Demografik yasalar ortadadır normal şartlar altında 12 milyon hızlı üreyen Kürdün 50 milyon az üreyen Türkü eritmesi için bir 100 yıl gerekir.

Ama Ortadoğu’nun haritası değişmiştir bile. Kürtlere Kuzey Irak’ta bir devlet kurdurtulmuştur. Türkiye’nin batısını Kürdistan yapmak ise imkansızdır.

O zaman batıya göçertilen 12 milyon Kürdün akıbeti ne olacak?

Benzeri bir örnek İsrail devletidir. İsrail, Arapların vatanına sonradan göçertilen Yahudiler tarafından kurulmuştur. Ama bu devletin bugüne gelmesi için bile 80 yıl gerekmiştir! Üstelik arkasında doğrudan İngiliz, Amerikan askerleri olduğu halde.

Kürtler bu halleriyle Ortadoğu’nun Filistin’ini kurmaya çalışan masum Arapları değil Arapların vatanını işgal eden zalim Yahudileri takip etmektedirler.

Ama şartlar eşit değildir. Şartlar Yahudilerin Birinci Dünya Savaşı sonrası değil öncesi haline yakındır.

Birinci Dünya Savaşı öncesi Yahudi göçmenler nasıl emperyalistler tarafından korunamadı ve büyük kayıplar verdiyse Kürtler de şu anda aynı konuma girmiş durumdadır.

Biz tüm Türkiye’yi alacağız diyen Kürtçüler çok yüksekten atmaktadır ama böylesi bir keskinleşmede kaybeden 50 milyon Türk değil 12 milyon Kürt olur!

O nedenle Beşikçi’nin Kürtlere “geri dönün” çağrısı onları kurtarmak için yapılmış bir çağrı olarak algılanmalıdır.

Hakkari kimin yurdu?

Ama nereye dönecekler?

Beşikçi’ye göre Güneydoğu Kürtlerin anavatanı dolayısıyla buraya dönecekler. Hatta şöyle söylüyor “Hakkari’de tek bir Kürt yaşamasa bile burası Kürdistan’dır. Çünkü Kürt meselesi bir toprak meselesidir.”

Aslında çok doğru söylüyor ulusal mesele her zaman için bir toprak meselesidir yani vatan meselesidir.

Ama Güneydoğu Kürtlerin vatanıdır dendiği zaman orada bir gerçek saptırması var demektir.

Hakkari örneğini ele alalım biz de.

Hakkari, Türkiye, İran ve Irak sınırının birleştiği üçgen. Türkiye’nin en uç noktası. Beşikçi’nin dediği gibi burada Türk yaşamaz, DTP’nin oy oranı %90’dır.

Ama bundan 80 yıl önce böyle değildi!

1927 yılı nüfus sayımında Hakkari’nin nüfusu 25 bindi. Bunun 17 bini Kürttü, 8 bini ise Türk. Yani o zaman bile Türkler burada %25’lik bir nüfus barındırıyordu.

Peki nereye gitti bu Türkler?

Evet Türkler Kürtleşti!

Eğer rakamları 1927’den yüz yıl geriye götürürsek aynı eğilim devam edecektir. Türk nüfus çoğalacak Kürt nüfus azalacaktır.

O zaman Hakkari kimin vatanı?

Beşikçi de diğer sosyologlar da çok iyi biriler ki Hakkari de Güneydoğu’nun geri kalanı gibi Türk bölgesidir, Türk vatanıdır. Bu alanda önce Selçuklular, ardından bazı Türk beylikleri mesela Akkoyunlular, Safeviler, İlhanlılar egemen olmuştur. Son 400 yıl ise 1500-1900 arasında ise Osmanlı egemenliğinde kalmıştır.

Eğer tarihe bakacaksak Güneydoğu Kürtlerin değil Türklerin vatanıdır. Ama buralar sonradan Kürtler tarafından işgal edilmiş ve yerli Türk halkı zorla asimile edilmiş Kürtleştirilmiştir.

O nedenle Beşikçi’nin mantığı bir doğruyu ortaya çıkartmaktadır: Hakkari’de tek bir Türk yaşamasa bile orası Türk vatanıdır!

Kürtlerin vatanı neresi?

Peki Kürtlerin vatanı neresi?

Böyle bir yer yok!

Kürt, laboratuvar koşullarında üretilmiş ilk insan türüdür. Emperyalistler Doğu Sorunu’nu ortaya koyduklarında Kürt ortaya çıkmıştır.

Kürtçüler ve Beşikçi yakınmaktadır, bu kadar nüfusu olduğu halde Kürtlerin hiç devleti olmadı diye. Ama soruyu tersinden sormalılar: Devlet kurmaya yetmeyen bu nüfus Kürt mü acaba?

Beşikçi Ortadoğu’da 40 milyon Kürt olduğundan bahsediyor. Ama ne hikmetse bu 40 milyon Kürdün Kürtlük bilinci yokmuş. O nedenle de Kürdistan’ı kuramıyorlarmış!

İyi ama neden bilinçleri yok?

Beşikçi’ye göre Türklerin baskısından.

Ama ulusal bilinç daha doğuş aşamasında vardır. Bir halkı ulus haline getiren daha doğum aşamasında oluşan ulusal heyecan duygusudur. Ama Kürtlerde bu oluşmamıştır çünkü hiçbir zaman Kürt denilen bir ulus olmamıştır.

Çeşitli Kürt kabileleri olmuştur ama bunlar tarih öncesi ilkellikte nüfus örgütlenmeleridir. Tarihsel gelişim içinde de hiçbir zaman uluslaşma yönünde bir gelişim göstermemişlerdir. Batılılar geldiklerinde bu Kürt kabilelerinden bir Kürt ulusu üretmeye koyulmuşlardır ama bu da tutmamıştır. Kürt nüfusu üretilmiştir ama Kürt milleti yaratılamamıştır!

Bugün bile ortak bir Kürt dilinin olmaması, Kürt çetebaşı Apo’nun bile Kürtçe konuşamaması asimilasyonun değil tarihin bir sonucudur. Kürtler hiçbir zaman millet olamamıştır o nedenle de dilleri yoktur.

Kürtler kendilerini kurtarsın

Bu kadar Kürt ne yapılır peki?

Birinci seçenek Batılıların Anadolu’yu Türklerden temizleme savaşına katılırlar ve telef olurlar.

İkinci seçenek Güneydoğu’ya döner ve orada bir Kürt devleti kurmaya çalışırlar ama o da kâr etmez çünkü Türkler Güneydoğu’yu da Kürtlere vermezler.

Üçüncü seçenek Kuzey Irak’a inerler ve oradaki Kürt devletçiğine sığınırlar ama yine sonuç değişmez çünkü oradaki Kürtler de işgalci ve istilacıdır. Musul’da, Kerkük’te Araplar direniştedir. O devlet de yıkılacaktır.

Dördüncü seçenek her üç alanda kırılan Kürtler Zağros Dağları’na sığınır ve orada mağaralarda yaşarlar.

Ya da akla en uygun seçenek olarak bugüne kadar öğrendikleri Türkçeyi konuşarak Türklerin onlara gösterdikleri insanlığa sığınırlar ve öylece yaşarlar...


Türksolu Dergisi Gökçe fırat (Sayı 253, 14/09/2009) [/size
]

[size=24pt]çok gerekli edit= bu bölümü Nasıl Türk veya arap tarihi tartışılıyorsa Kürt tarihide tartışılsın diye açtım bunlar benim ortaya koaybildiğim araştırma ve belgeler konu herkeze açıktır kaldıki bilgisayar oyunundan şovenizm yapacaklarına kirlilik yaratacaklarına arkadaşlar gelsin burada tartışalım yada bıraksınlar Kürt şovenizmini adam gibi oyunuzu oynayalım
 
Kürt, laboratuvar koşullarında üretilmiş ilk insan türüdür. Emperyalistler Doğu Sorunu’nu ortaya koyduklarında Kürt ortaya çıkmıştır.
bunu görünce okmamaya karar verdim :lol:
 
Kürt neden ırkçı olur?
Sıkışıp kalan Kürt psikolojisi

Yıllardır ülkede terör estiren, insanları hunharca öldüren, her yeri yakan yıkan bir hareket var. Onlar buna “Kürt Hareketi” diyorlar. Yaptıklarını ise hiç çekinmeden savunuyorlar.

Bugüne kadar hep onların bu vahşetini kınadık, karşı çıktık, bitirmeye çalıştık.

Ama biraz daha derine inip bu defa şu soruyu soralım:

Bu insanlar neden böyle?

Bu vahşeti neden uyguluyorlar?

Nasıl bir psikolojileri var?

Neden böylesine yok edici bir ırkçılık geliştirmişler?

Yani biraz da Kürdü anlamaya çalışalım...

Bugün kendisine Kürt diyen ya da kendisine Kürt denilen bir nüfus bulunmaktadır. Ama bu nüfusun ne olduğu hâlâ bir araştırma konusudur. Kürt, bir ulus mudur, bir kabile midir, bir ırk mıdır, bir halk mıdır belli değildir. O halde Kürdün psikolojisini belirleyen en önemli gerçeklik bu “ne olduğu belli olmamak” durumudur.

Bugün kendisine Kürt denilen bu nüfusun tarihte adına ilk kez Selçuklu döneminde rastlanılır ve bu ifadeyi kullanan kişi de bir Türk devlet başkanı olan Sultan Sancar’dır. Ama o dönemde bile kendisine “ben Kürdüm” diyen bir nüfus bulunmamaktadır ya da varsa bile bunu yazıya dökecek ve tarihe not düşecek bir kültürel seviyeye henüz ulaşamamıştır.

İşin çok daha önemli kısmı ise bu Kürt nüfusun bulunduğu, yaşadığı bölgedir. Kürtler o dönemde, tıpkı bugünkü gibi üç ulus arasındaki bir dağlık bölgede yaşamaktaydı. Doğuda Farslar, kuzeyde Türkler, güneylerinde ise Araplar.

Bu coğrafi konum aslında son derece önemlidir. Öncelikle doğanın kendi zorluğu başlı başına bir meseledir. Anadolu, İran ve Arabistan arasındaki dağlık bölgelerde yani Zağros dağlarında “sıkışıp yaşayan” Kürtlerin doğal yaşam alanı bu dağlardaki mağaralar olmuştur. Zağros dağlarının sarplığında ve dağ geçitlerinin arasında “sıkışıp kalma” bu nüfusun psikolojisini de elbette etkilemiştir.

Yüzyıllarca devam edecek bir “sıkışıp kalma” hissi onlarda tam tersine bir algılamaya yol açacak ve dağ geçitlerinin arasında yaşamalarının nedenini bu geçitlerin hemen ötesinde bulunan ve büyük ovalarda, vadilerde, deniz kıyılarında yerleşen üç komşu halkla açıklayacaklardır.

Onlara göre bu üç büyük halk yani Türkler, Araplar ve Farslar onları bu geçide sıkıştırmıştır. Ve bu sıkıştırmanın etkisi ile tarihsel bir ırkçı nefretin tohumları Zağros dağlarında hep canlı tutulmuştur.

Sinsi, pusucu ve yağmacı bir kişilik

Bu dağ yaşamı elbette kişisel bir psikolojik baskı da yaratmıştır. Sonuçta Araplar tüccar bir halktır, Türkler fetihçi bir halktır, Farslar sanatçı bir halktır.

Her üç ulus da hem büyük ticaret kervanları oluşturmaktadır, hem büyük sanatçıları, bilginleri yollara düşürmektedir, hem de büyük orduların hakimiyet savaşı sürmektedir.

Böylesi bir ortamda Zağros dağlarının geçidi sürekli büyük Türk ordularının Bağdat seferlerine, Arap tüccarlarının kervanlarına tanıklık eder. Orada yaşayan yerli Kürt nüfus ise genellikle bu kervanlara pusu kurarak, yağma yaparak yaşamaktadır.

Bu ise bu nüfusun “pusucu ve yağmacı”, acımasız bir tabiat edinmesine yol açar. Ve bu tabiatları da yüzlerce yıl hiç değişmez durur.

Ama daha önemlisi bu büyük orduların, büyük kervanların ve büyük sanatçıların güzergâhında oluşturulan “ezik” bir kimliktir. Hiçbir zaman ordulaşamamak, hiçbir zaman zenginleşememek, hiçbir zaman sanatçılaşamamak bu nüfusta ciddi bir komplekse dönüşür ve zamanla da ırkçı nefreti besler. Bu nefret genelde pusu kurarak kendin gösterir.

Sanıldığının aksine dağ insanı cesur değil korkaktır, sinsidir. Mesela Türkler tarih boyunca hep geniş bozkırlarda ve ovalarda yaşamış ve dostlarıyla da düşmanlarıyla da bu geniş alanlarda karşılaşmışlardır. Bu ise açık ve dürüst bir kişiliği gerektirir. Savaş bile son derece açık olmalıdır. O nedenle Türk ovalarda yaşar, meydanlarda savaşır. Bu nedenle de Türk’ün tarihi meydan savaşları tarihidir.

Yine geniş düzlükler, ovalar insana “yer ile gök arasında” geniş bir ufuk açar. Bu ufukta “yer ile gök arasında bir dünya” anlayışı gelişir ama dağ geçitlerindeki insan kendisini iki dağ katmanı arasında sıkışmış hisseder. O nedenle bir tarafta “açık yürekli bir cesaret”, diğer tarafta ise “sinsi bir pusuculuk” kültürü gelişir.

Uygar doruklar arasında bir kültür çukuru

Coğrafyanın ironisi ise bambaşkadır, bu dağlar aslında birer uygarlık çukurudur, etrafındaki ovalar ve deniz kıyıları ise birer uygarlık doruğudur. Gerçekten de Arap, Türk ve Fars uygarlıkları arasında sıkışıp kalan Zağroslar bir “kültürel çukur” görünümündedir.

Zağroslar’ın insanının da bu “çukur içinde” biçimlendiği görülmelidir. Büyük uygarlıklar arasında gelişen bu psikoloji ise ciddi bir aşağılık kompleksine yol açar. Kültürel yoksunluğun sebebi olarak kendisini değil etrafındaki uygarlıkları suçlamaya başlar. Ve yine ırkçı nefreti körükler.

Hakikaten de tarihsel olarak Kürtlerin üç büyük düşmanı olmuştur, Türkler, Araplar ve Farslar. Halbuki bu üçü de onların tek komşularıdır. Komşulara karşı beslenen bu nefretin sebebini kendilerinin mazlum, komşularınınsa zalim olduğu ile açıklama yoluna giderler.

Halbuki mazlum tarih anlayışı psikolojik bir yoksunluğu gizlemek için ortaya atılmıştır. Kültür ve uygarlık yaratamamak bu şekilde açıklanmakta ve aşağılık kompleksi dengelenmek istenmektedir. Kürt, böylelikle kendisini büyük uygarlıklarla eşitlemektedir.

Atasızlık ve babasızlık

Coğrafyanın gösterdiği bu tarih aslında gerçek tarihte bambaşka büyük travmalara yol açmaktadır.

Bir Türk için atasının kim olduğu bellidir. Türklerin kökeni, yurdu, tarihi kişilikleri bellidir. Aynı şey Araplar için de bellidir, Farslar için de...

Oysa Kürtlerin atası belli değildir.

Atasız olmak ise mümkün değildir aslında. Fakat sorun şudur ki Kürtler kendi atalarının kim olduğunu hâlâ bilmemektedir.

Adeta babasını arayan birer çocuk gibidirler.

Bu ise her açıdan son derece önemli bir olaydır ve esas olarak da psikolojinin araştırma alanına girmektedir.

Önce bir durum saptaması yapalım...

Tarihte kurulmuş hiç Kürt devleti var mı? Yok.

Hiçbir Kürt lideri var mı? Büyük bir askeri komutan ya da efsanevi bir lider? Yok.

Bir alfabeleri var mı? Yok.

Önemli bir şairleri var mı? Yok.

Bir biliminsanı yetiştirmişler mi? Yok.

Hiç tarihi bir yazılı belge bırıkmışlar mı? Yok.

Kendilerini gösteren resimli kaynakları var mı? Yok.

Bu kadar çok “yok”un olduğu bir yerde durduğunuzda “var olmak” çok zordur. Kendi varlığınızı, büyüklüğünüzü açıklamanın tek yolu vardır ırkçı teorilere sarılmak, ırkçı nefreti canlandırmak.

Kürt aile yapısı

Bunu besleyen bambaşka bir “aile yapısı” da önemli bir etken olarak hesaba katılmalıdır.

Genel olarak bu insanlar bir kabile hayatı yaşarlar. Bu kabileler çok çocuklu, çok kadınlı aile yapısından beslenir. Böylesi bir aile yaşantısının o ailedeki bireylerin psikolojisini ne şekilde biçimlendirildiği dikkatle incelenmelidir.

O, babasının sekizinci ya da onuncu oğludur.

O, kocasının üçüncü ya da beşinci karısıdır.

O, çocuk hesabına dahil edilmeyen beşinci kız çocuktur.

Şimdi böylesi bir ailede yetişen çocuklar için gerçekten çok vahşi bir rekabet ortamı bulunmaktadır.

Hiçbir zaman yeterli sevgi ve saygıyı bulamayacaklardır.

Kendi annelerinin yanında başka anneleri göreceklerdir.

Kendi babalarının yanında sadece kendi annesinin değil başka kadınların da olduğunu göreceklerdir.

Bu, çok acımasız bir ortamdır ve bu ortamda yetişen erkek çocuk, elbette ki sevgisiz ve özgüvenden yoksun olacaktır. Yine bu onu ciddi bir rekabete, hak arayışına ve şiddete yöneltecektir.

Bu tür bir ataerkil kabile yaşantısı çözülmedikçe, bir Kürt hep kalabalıklar içinde yapayalnız, güçsüz, her an aldatılmaya hazır, her an dışlanabilecek, yerini dolduracak birilerinin ve birçoklarının bulunduğu bir ortamda kendisine ait bir kimlik geliştirecektir.

Bu kimlik psikolojik olarak bir yoksunluk, dostsuzluk, anasızlık, babasızlık ve yalnızlıkla biçimlenecektir. Bunun dengelenmesi ise çok büyük bir “yok sayma” ve “yok etme” ile olabilir. Bunun yolu da ırkçı nefrettir.

Kabile yaşantısının yarattığı eziklik

Bu ırkçı nefreti bu toplumun egemen kesimi olan ağalar, beyler, şeyhler, şıhlar kullanacaktır. Çünkü egemen kabile yaşantısının sürdürülmesi için bu “patlamaya hazır enerji”nin bir şekilde bastırılması ve başka yerlere yöneltilmesi gerekir.

Geçmişte Kürt beyleri ve ağaları bu yöntemi denemiş ve kendi egemenliklerini sağlamanın yolunu Türk düşmanlığında bulmuştur.

Dersim’de kocasının yanında silahla savaşan Kürt kadını için sorun devletin getirdiği okuldur, oysa o kadın neden kocasının tek karısı olmadığını sorgulayamamaktadır.

Bugün de PKK ve DTP aynı yöntemi uygulamaktadır. Kürt gençlerine, çocuklarına ve kadınlara vaat ettikleri bir gelecek yoktur. Onlar kendi çocuklarını sevmemiştir, kendi kadınlarını sevmemiştir aslında ama şimdi onları bu şekilde denetim altına almışlardır.

Terör örgütünün meydana döktüğü nefretin psikolojik altyapısı çok iyi anlaşılmalıdır. Bugün sokağa dökülen, ateş yakan, molotof atan, yakan, yıkan genç ya da çocuk, ya da kendisini yakan genç kızlar aslında bambaşka bir psikolojik dengeleme içindedirler. Bu insanlar hâlâ babalarını aramaktadırlar. Bugün bu baba rolüne soyunan Apo ise gerçekten tabloyu çok daha fazla dramatize etmektedir.

Çünkü bu baba tipi aslında “lider” ve “güç sahibi” bir babadır ama şu anda hapistir. Fakat çok daha kötüsü bu baba, yakalandığı zaman açıkça yalvarmış ve kendisinin de Türk olduğunu, devlete hizmet etmeye hazır olduğunu söylemiştir.

“Pusucu lider” en sonunda “yalvaran bir lider” olabilir. Apo da bunu yapmıştır zaten. Bu baba, onlar için hem “kurtarılması” gereken biridir hem de “yoke dilmesi” gereken. Çünkü onu kurtarırlarsa korkak, ezik, sefil, rezil bir babaları olacaktır.

Kendilerine itiraf edemeseler de Kürt çocukları bunun travmasını yaşamaktadırlar. Eline silah almak, şiddet uygulamak ise kendi erkekliklerini ispat etmek, baba rolüne soyunmaktır.

İkitdarsızlık ve erkekliği ispat etmek

Böylesi bir tarihsel, coğrafi, kültürel, kabilesel, ailesel bir miras üzerinde durup düşünmeliyiz.

Kendisine ata arayan bir nüfusla karşı karşıyayız ve nedense bunlar kendi atalarını Sümerlerde, Medlerde, Aryanlarda, Cermenlerde bile aramaktadır da en yakınındaki Türklerde, Araplarda ya da Farslarda aramamaktadırlar.

Çünkü burada ırkçı bir nefret oluşturulmuştur ve ata arayışı çok uzak geçmişlerde ve çok uzak diyarlarda sürdürülmektedir.

En büyük travma ise bugün Kürtçülük yapan büyük çoğunluğun bile aslında soyu Türktür.

Dağları aşıp Türklerle karşılaştıklarında Türk göçer kabileleri kendi içlerinde asimile etmişlerdir. Ama bunu asla söylemezler ve hep saflık peşinde koşarlar. Saf ırk iddiası ise zaten ırkçılığın en büyük belirtisidir.

Dikkat edelim “kız alıp verme”, komşularla kültürel birleşme, büyük uygarlıkların ve büyük ulusların davranışıdır. Çünkü hiçbir uygar ulus kız vererek ya da komşu ulustan bazı değerleri alarak küçüleceğini düşünmez. O, bu şekilde zenginleşmeyi düşünür.

Ama ırkçı bir halk için “yabancı” kavramı belirleyicidir. O kendisinden olmayana “yabancı” der ve dışlar. Onunla ilişkilerini sıfırlar böylece “saf” kalmaya çalışır. Bu, Kürtler için de böyle olmuştur. Ama bu korumacılık aslında “Kürt feodal ataerkil sömürü sistemi”ni korumak için o “kabile erkekleri” tarafından uygulanan bilinçli bir stratejidir.

Onlar son derece “namusludur” o nedenle kızları üzerinde büyük bir denetim kurarlar. Fakat aynı zamanda ırkçı nefret ve aşağılık kompleksi ile rakip gördükleri ulusların kızlarını gelin almak isterler.

Bu ikili bir kıskaçtır; aslında kız almak bir anlamda saflığın yitirilmesidir ama güçlü ve ezen dedikleri uygarlıktan kız almak, onlar için erkekliklerinin, iktidarlarının ve güçlerinin ispatı olur.

Bu nedenle etrafımızda pek çok tanınmış isim görürüz ve hep bir şeyi derler; “benim anam Türk, babam Kürt”. Hatta bizzat bölücübaşı Apo da aynısını demektedir.

Dikkat edersek babalık hep Kürde, analık ise Türk’e düşmektedir. Çünkü tipik feodal kabilede erkeklik ve kadınlık rolleri belirlidir. Yıllardır “altta kaldıklarını” düşünen sefil bir kabile erkeği, böylece uygarlığı “alt ettiğini” düşünmektedir.

Çok kültürlü değil çok karılı Kürdistan

Tek bir Kürt tipi yaratmak ve bu Kürt için tek bir psikoloji belirlemek elbette son derece yanıltıcı olabilir. Ama bu yazdıklarımızın PKK ve onların yandaşı olan Kürtler için geçerli olduğunu söylemek hiç de abartılı olmayacaktır.

Şu veya bu şekilde onları aklayan ve onlara sempati ile bakan insanlara -kökeni her ne olursa olsun- bazı gerçekleri göstermek gerekmektedir.

Bugün PKK’nın yaptığı ve kurmaya çalıştığının ne olduğunu anlamalısınız. PKK ırkçı bir örgüttür ve tüm eylemleri de ırkçıdır. Türkiye için çok kültürlülük ve çok renklilik önerenler, Kürde sempati ile bakanlar bir durup düşünün: Neden bu kadar saf, ırka dayanan bir örgüt var ortada?

Ve bu örgütün denetlediği Güneydoğu’da çok seslilik var mı?

Neden Türk’e ait hiçbir renk yok?

Neden Türk’ün adı bile yok orada?

Bu örgütün bulunduğu bölgelerde Türk kökenli Kürtçü örgütlere bile yaşam hakkı tanınmadığını; tüm militanlarının yok edildiğini bilmiyor musunuz?

Yine soralım: Siz kurulacak Kürdistan’da çok kültürlülük, çok seslilik ve çok dillilik olacağına inanıyor musunuz?

Hele hele bunlara destek veren kadınlara soralım:

Neden Kürt aile yaşamında yok edilen kadınlığı savunmazsınız? Neden çok eşliliğe karşı çıkmazsınız?

PKK’nın yöneteceği bir ülkede olacaklar bellidir:

Tek kültürlü, tek dilli, tek renkli, tek sesli, tek liderli ama çok karılı, çok çocuklu, çok yoksullu, sevgisiz, saygısız, yoksun, yoksul bir hayat!

Bunu mu istiyorsunuz...

Gökçe fırat  TÜrksolu (Sayı 262, 07/12/2009)

Noventa said:
Kürt, laboratuvar koşullarında üretilmiş ilk insan türüdür. Emperyalistler Doğu Sorunu’nu ortaya koyduklarında Kürt ortaya çıkmıştır.
bunu görünce okmamaya karar verdim :lol:

Burada bilim insanlarının konu ile ilgili yazılarını yayınlıyorum objektif bir şekilde tarihi incelemiş olmaları batıyormu yoksa
okumadan yorum yapmak bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak değilmidir al sana Tarihi gerçekler zorunamı gitti
 
KemalistDevrim said:
Kürt, laboratuvar koşullarında üretilmiş ilk insan türüdür. Emperyalistler Doğu Sorunu’nu ortaya koyduklarında Kürt ortaya çıkmıştır.
Buna gerçekten inanıyor musun? yani Tarihi Gerçekler ben işte buna gülerim jiyan tam tersisin
ve lütfen yazılarını spoile al
 
Diyarbekir Kimin Yurdu?
Izady ve Kürt Aydınlanması (!)

Farsça ışık anlamına gelen ismiyle Izady’nin bir Kürt bilgini olarak Kürtleri aydınlatan tezlerini bütün açıklığıyla vermiş ama bu yazılarda bu tezlerine bir eleştiri getirmemiştik.

Amerikan stratejisini belirleyen veya yönlendiren bu tezler, İngilizce basılıp birinci kaynak olarak Amerikan yöneticilerine verildiği için gerçekler bütün açıklığıyla vurgulanmıştır.

Oluşturulan bu gerçekler Izady’nin Kürt ulusu oluşturmak için ortaya sürdüğü kendi gerçekleridir, ama hakikatle ilgisi yoktur.

Örnek olarak bugün Kürtlerin yaşadığı bölgeler Kürt yurdu olarak kabul edilir. Bu bölgelerdeki insanlar da “Kürdistan ve Kürt yurdunda” yaşadığı varsayılır ve Kürt olarak adlandırılır. Veya kendilerine Kürtlüğün kabul ettirildiği kişilerdir.


Izady’nin mantığıyla hareket ettiğimizde en büyük Kürt nüfusunun yaşadığı bölgeler Türkiye’nin batı şehirleri ve kıyılarıdır. O halde 1992’de yazdığı kitabının, günümüzde 2010’da yazacağı versiyonunda İstanbul’un, Bursa’nın, İzmir’in, Antalya’nın, Mersin’in ve İskenderun’un en büyük Kürt şehirleri olduğu ve Batı Anadolu, Marmara ve Akdeniz kıyılarının da Kürt yurdu olduğu tezine gelecektir.

Oradan geliştireceği zorlama tarih tezine göre, Batı Anadolu’da yaşayan Paflagonyalılar, Pontlar, Frigyalılar, Lidyalılar, Pamfilyalılar, Klikyalılar da Kürtlerin ataları olacaktır.

Keza Izady bu tezin antik bölümünde Pontların ve Kapadokyalıların da Kürt olduklarını varsayarak Anadolu’nun Kürt yurdu olarak yorumlanmasına bir temel oluşturmaktadır.

Ancak Izady’nin gözden kaçırdığı nokta ise kıyalardaki “Kürt şehirleri”nin çok bilinen tarihini Kürt sayabilmesinin mümkün olmayacağıdır.

Kürt tarih tezi ve
emperyalizmin Anadolu’daki hedefi


Çünkü o bölgeler bir başka emperyalist gücün 20. yüzyılda oluşturmaya başladığı “tarihten silinmiş” Grek halkının modern bir Grek ulusu olarak yeniden oluşturulması için hedef seçilen bölgelerdir.

Yani Hellenistik yayılmanın Anadolu’daki hedefleridir. Bu da Izady’nin Batı Anadolu, Marmara ve Akdeniz kıyısındaki Antik Anadolu halklarını Kürt saymasındaki en büyük zorluktur.

Kaldı ki bu halklar da bütünüyle anti-Grek olan Anadolu halklarıdır ve Greklerle hiçbir ilgisi olmayan halklardır.

Roma’nın burayı fethetmesiyle halkı Rum-Ortodoks halklara dönüşmüştür ama bu Rum-Ortodoks halkların da Greklerle hiçbir kökensel ilişkisi yoktur. Nedense Batı dillerinde bir sihirbazlık yapılarak çoğunluğu Turanlı kökenli olan Rum-Ortodoks Anadolu halkları birdenbire Grek-Ortodoks yapılır ve Grek halklara çevrilirler.

Çok ilginçtir ki, Batı Anadolu kıyılarındaki Darius’un oluşturduğu Pers satraplığının ismi Yunan satraplığıdır. Biz ise bu Yunan satraplığının Greklerle kökensel hiçbir ilişkisi olmayan halklarını Yunanlı sayarak ve Greklere de Yunanlı diyerek büyük bir tarihi-stratejik hataya batmışız.

Bu konuyu ele alacak diğer bir yazımda bütün detaylarıyla konu tartışılacaktır.


Kürtlerin “tarihsel yurdu”nda hiç Kürt adı geçmiyor 

Eğer Kürtlerin bugün yaşadığı bölgedeki tarihsel halklar, onların atalarıysa ve bu halkların tarihi de Kürtlerin tarihiyse; bu tarih aynı zamanda Batı Anadolu ve Anadolu’daki en az iki bin yıl öncesinde başlayan Rum etnojenezin oluşumunu ve yerini bin yıldan beri kesintisiz devam eden Türk etnojenezinin oluşumuna bıraktığı bir tarihtir.

O halde Kürtlerin ataları Batı Anadolu ve Anadolu’da bin yıldan beri Türklerdir.

Bu çok paradoksal bir olgu olarak hemen reddedilme durumundadır. Çünkü Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya’nın 1500 yıllık tarihini ele aldığımızda bu bölgede aktör güç olarak ne bir Kürt etnosu, Kürt halkı ne de bir Kürt devleti görülmektedir.

Kılı kırk yaran detaylarla ilgilenerek yaptığım okumalarda yukarıda tanımladığımız bir Kürt olgusu Doğu Anadolu’da da Güneydoğu Anadolu’da da izlenmemektedir.

Bu konuda Türk-İslamcı kaynakları bir kenara koyduğumuzda Şeref Han yani Şerefname’nin birinci ve ikinci ciltlerini okuduğumuzda karşımızda yine pan-Türk bir tarih yazımını buluruz.

Şeref Han’ın Âli Osmanlı, İran ve Turan sultan ve krallarının tarihi isimli “Şerefname”sinde Kürtleri aktör bir güç olarak göremeyiz.

Birinci cildinde ise Kürt tarihinin başlangıcının kuzeyde Selçuklularla başladığını; örneğin “Çemişkezek Kürtleri”nin Melikşah’tan türemiş Türkmenler olduğunu, Kürtlük ve Araplıkla ilişkisi olmadığını vurgulayarak bugünkü Tunceli ve çevresindeki Alevi “Kürtler”in Türkmen kökenli olduğunu Şerefname’den okuyabiliriz.

Diğer taraftan Cezire Beyleri olarak ileri sürülen Kürt beylerinin kökeninin Abbasi ordularının komutanı Halit bin Velit’ten gelen Süleyman bin Velit’le başladığını vurgulamaktadır.

Keza Bahadinan diye bilinen İmadiye beylerinin Abbasoğulları’ndan kaldığını ileri sürmekte; ama somut tarihlerini Selçuklu Emiri İmadettin bin Aksungur’dan başlatmaktadır.

Keza Hakkari Kürtleri olarak bilinen Şenbulların Abbasi halifelerinden geldiklerini söylemektedir. Şenbulların esas olarak buradaki Nasturiler olduğu vurgulanmaktadır.

Selçuklularla başlayan Kürt tarih yazımının aktör gücü Selçuklulara tabi ve onlarla beraber bu bölgelerde egemen olan Türkmen beylerinin tarihidir.

Bu beylikler Mardin’de egemen olan Artukiler, Armen şeyhleri olarak Ahlat ve civarında egemen olan Sökmenler ve Harput Artukileridir.

Erzen ve Bitlis’te egemen olan beylikler Alptekin ve onun soyudur. Erzen kolu 1230’larda Harzemşahlar tarafından fethedilene kadar Alptekin soyunda kalmıştır.

Bitlis kolu İmadeddin ve Devletşah tarafından yönetilmiş daha sonra Harzemşahlara geçmiştir.

Burada görüldüğü gibi Selçuklu devleti egemenliği öncesi gerek Azerbaycan’da Armenşahlar, gerekse Artukiler Cezire ve Mardin bölgesinde gerekse Amed ve Meyyafarikin bölgesine Türkmen boylarıyla gelerek bu bölgede yerleşmişlerdir.

Bu konuda gerek Faruk Sümer gerekse Osman Turan’ın kitaplarındaki olgular bir de Şerefhan’ın anlattığı olgular birbirini üzerlemektedir.

Güneydoğu’da Türk egemenliğinin kanıtları

Selçukluların Güneydoğu Anadolu ve Anadolu’ya girmeden evvelki tarihine baktığımız zaman Doğu Anadolu’da Rumlara tabi Ermenileri görmekteyiz. Güneydoğu Anadolu ve Cezire’deyse Handanoğlu Beyliği’ne tabi veya onun korumasındaki Mervanoğulları’nı görürüz.

Mervanoğulları’nın tarihi olarak İbni Abu Azrak tarafından yazılan Mervaniler Tarihi’nin bir bölümünde Mervanoğulları konu alınmıştır.

Burada hiçbir şekilde Kürt sözü geçmediği halde bu bölüm Mervanoğulları Kürt Devleti Tarihi diye basılmıştır.

984 yılında Handanoğulları’na bağlı Amed ve Meyyafarikin’de iktidar boşluğunu Harbunti Aşireti’nden Bat Bin Dostık doldurmuştur. Bu Harbundi’yi Mehmet Emin Bozaslan çeviri yaparken Harputlu Aşireti olarak alıp bir Kürt aşireti olduğunu vurgulayarak, “O halde Bat Bin Dostık Kürttür” tezine gelmiştir.

Oysa ki o dönemde Diyarbakır’da dahi Kürtlerin var olmadığı bir gerçekken Harput’ta Kürtlerin olması daha bir gerçek dışıdır.

İbni Esîr’in belirttiği Humeydiye boyu ve Harbunti Aşireti Arap veya Ekrad aşiretleridir.

Zeki Velidi Togan’ın vurguladığı gibi Ekradlar dağlı göçebeler için kullanılmıştır. Bu kullanım daha sonra yalnızca Kürt bölgesi olarak Cebel Dağları (Zağros’taki) göçerleri için değil Türkistan’daki dağlık bölgedeki Türk boyları için de Emeviler ve Abbasiler tarafından kullanılmıştır.

Keza Meyyfarikin, Amed, Ahlat ve Nusaybin gibi bir bölgeye egemen olan Bat Bin Dostık 990 yılında 4 yıl sonra Arap kabileleri tarafından öldürülmüştür. Yerine Ebu Ali el Hasan bin Mervan (Bunu İbni Esîr söylüyor) Mervan bin Kek veya Mervan bin Kisra (Abu Azrak) geçmiştir.

Bu da hanedanın Arap kökenli olduğu veyahut da Araplaşmış Fars kökenli olduğunu göstermektedir.

Bu durumda Kürtlerle ilgili bir hanedan ve devlet söz konusu olmayıp tamamen tarihin çarpıtılmasıdır.

Burada egemen olan kişi Bat’ın ve Mervan’ın karısıdır. Bu kadın döneminde Rumlar bu bölgeyi ele geçirmiş ve kendilerine tabi kılmışlardır. Bu olguyu Urfalı Mateos da açıklıkla anlatılmaktadır.

Mervanoğulları 1084 yılındaki Selçuklu akınlarını takip eden dönemde Artuk Bey tarafından yapılan bir saldırıyla bütünüyle zayıflatılmıştır. Bu savaşta Artuk Bey’in Amed kuşatmasında kuşatmayı yapan askerler tümüyle Türkmen aşiretleri ve Türkmen askerleridir.

Artuk Bey’e karşı savaşan Selçukluya tabi olan Handanoğulları komutasındaki Madilerdir, Araplardır. Daha sonra Selçuklu bürokratı Fahrü'd-Devle Mervanoğlu bölgesini Türkmenler adına Selçuklu adına yönetmiştir.

Görüldüğü gibi Amed, Meyyafarikin, Ahlat ve Ruha gibi bölgeler Türkmenler tarafından 11. yüzyılda Araplardan ve Rumlardan alınmıştır. Bunu Ebu Farak’ta detaylı okuyabilirsiniz.

Mukaddime ve Ekrad


İbni Haldun’un ünlü eseri Mukaddime’de Ekrad kavramı bir kez geçmektedir.

Coğrafi-sosyolojik olarak yeryüzünün yedi ikliminde yayılmış tüm Türk boylarını en ince ayrıntısıyla anlatan bu eserde bir kez “Ekrad’ı cebel” geçmektedir. Anlamı, Ekrad Dağları’dır. Bu bölge de Zağrosların İran kesiminde kalan Şehrizor bölümündedir.

Ama ne Irak-ı Acem ne Irak-ı Arap olarak isimlendirilen Mezopotamya’da Kürt aktivitesi ve Kürt etnosunun etkin olduğu bir olgu söz konusu değildir.

Hz. Ömer döneminde Mezopotamya’ya akın yapan Arap ordularının karşısında savaşan “Kürt birlikleri, Kürt orduları” üzerine papirüslere yazılmış bir şiir Kürt edebiyatı olarak ortaya çıkmıştır.

Bu 600’lü 700’lü yıllarda yazılan İslam ordularına karşı Zerdüşt dinini savunan Kürtlerin “şanlı direnişini” anlatan bu papirüsteki metin Faik Bulut tarafından basılmıştır.

Fakat bu metni ele alan Mehrdad Izady bunun sahtekarlıktan başka bir şey olmadığını belirtmiştir; çünkü bu metindeki kullanılan dil “Süleymaniye”deki Sorancadır.

İşin komik yani Izady’nin de belirttiği gibi Soranca 17. yüzyılda Sultan Murat’ın Bağdat’ı fethetmesiyle buradaki Şii Türkmenlerin ve Yezid Goranların İslam’a dönmesiyle ortaya çıkmış Güney Kırmançça bir dildir.

Izady burada alaycı bir ifadeyle 7. yüzyılda yazıldığı ileri sürülen bu şiirin yazılabilmesi için ancak 1000 yılın daha geçmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Demek ki Şerefname’de Emir Şeref gerek İmadiye gerek Bahadinan gerek Hakkari Kürt beylerinin kökünü Abbasiler dönemindeki Halit bin Velit’e ve Abbasi ordularına bağlamasındaki gerçeklik bu bölgedeki Handanoğulları ve onlara bağlı Arap beyliklerinin tarihinin başlangıcıdır.

Fakat bu tarihe kadar bu bölgede güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya’da Kürt kimliği, Kürt politik gücü ve etnik varlığının tarihsel bir kayıda geçmemiş olması bu bölgede Kürtlerin bu dönemde bulunmadığının verisi olarak kanıt kabul edilebilir.

Kürtlerin ortaya çıkışı Izady’nin haritasında da vurgulandığı gibi 11. yüzyılda İbni Haldun’un “Ekrad’ı cebel”le sınırlıdır. 12. yüzyılda Selçukluların Azerbaycan’a ve Doğu Anadolu’ya girişiyle Urumiye Gölü’yle Van Gölü arasında bir yayılma Kırmanç yayılması görülmektedir.

12 ve 13. yüzyıllarda Artuklu beylerinden Sökmen Beyleri’nin egemenliğinde onlara tabi Müslüman Ekrad kitleleri görülmektedir.

Ekradlar,Selçuklu’ya bağlı bir topluluktur

Kürt hakimleri denilen Ekrad hakimleri Selçuklu Türkmen beylerine tabi unsurlar olarak ortaya çıkmıştır. Bu Selçuklu Türkmen emir ve beyleri döneminde Ekradları Hakkari, Cezire, İmadiye ve Erdalan bölgesine bağlı bölgelerde görmekteyiz. Ama ne Bitlis ne Ahlat ne Meyyafarikin ne de Diyarbakır bölgesinde Ekradlarla ilgili bir olgu sözkonusu değildir.

Olayı Ermeni kaynaklarıyla incelediğimizde Alban Tarihi olarak çevrilen Kalankatlı Moses’in eserinde 6. yüzyılda Kafkasya’nın kuzeyinde Hazar Türk Devleti yer alırken, Güney Kafkasya ve Azerbaycan ve İran’da Hunların akınlarını görmekteyiz.

Bu Hun savaşçılarının bu bölgeye yerleşmelerini Ermeni kaynakları açıklamaktadır. Bu kaynaklarda Ogurlar olarak geçen Hun kabileleri giderek Hıristiyanlaşarak Ermenileşme veya Farslaşarak Yezidleşme gibi dinsel yönelimleri seçmişlerdir.

Bunların bölgeye yapılan Arap akınlarıyla Müslümanlaştıklarını da görmekteyiz. Azerbaycandaki Agaçeriler (Akadzir) bu bölgeye giren İskitlerin kalıntıları olduğu gibi Terekemeler de bu bölgedeki Türklüğünü koruyan Ogurlardır. Müslümanlaşmış Ogurlarda ise “Kurt” ismini sıkça gördüğümüz aileler ortaya çıkmıştır. Buradaki “Kurt” ya da “Gurt” ismi Ekrad ismiyle ilişkisi olmayan Ogurların kökenini vurgulayan bir isimdir.

“Kurt” kelimesi bozkurt anlamındaki kurt değil çünkü Orta Asya Türkleri’nde bozkurt anlamındaki kurt “börü”dür. Dolayısıyla buradaki “kurt” Ogurlardan gelen isimdir.

Kuzeyde yaşayan Azerbaycan’daki Şeddadiler, Gurlardan gelen “gur” kökeni taşıyan “Kurt” ya da “Kurdi” ismini almaktadır.

Saltukoğulları Beyliği’ni kuran ailede bu Türkmen aile “Kurdi” ismini taşımaktadır. Daha ilginci Diyarbakır’ı Tekeli Muhammed’den almak için Yavuz Sultan Selim’in ordusunda yer alan Ekradlara karşı Şah İsmail’e tabi Tekeli Aşireti’nin yöneticileri Muhammed Tekeli’nin oğlu Kurt Tekeli’dir. Ve bu Şerefhan’ın Kürt beylerine ve Osmanlı’nın serdarı Bıyıklı Mustafa Paşa’ya karşı savaşan Tekeli Türkmenleri de Kurt ismini taşımaktadırlar.

Bu da Tekelilerin Oğurlarla olan bağlantısını yansıtmaktadır. Buradan hareketle Şeddadilerdeki Ogurlar ile Zağroslardaki Ekradları aynı kökten saymak olanaksızdır.

Selahaddin Eyyûbi, Kürt mü? !!!!!!!

Kürtlerin en büyük Kürt olarak gördükleri Selahaddin Şeddadilerden gelen, muhtemelen Ogur kökenli bir paralı askerdir.

Kalankatlı Moses Şeddadileri Fars kökenli olarak görmektedir. Muhtemelen Farslaşmış Oğurlar oluşunu göstermektedir. İmadeddin bin Zengi, Aksungur’un soyundan gelmektedir. Zengiler, atabeyler olarak Selçuklu devletinin yıkılması sonrası Cezire bölgesinde güç olmuşlardır. Nurettin Zengi’nin bir kölesi olan Selahaddin Mısır Memlüklüleri’nde olduğu gibi iktidarı ele geçirmiş, gerek Artukilere gerek Ahlatlılara karşı bir mücadeleye girişmiştir. Bu mücadele sonucu Artukilerin Hıfzı Keyfa ve Amid kolundaki Karaarslan egemenliğindeki Diyarbakır bölgesi Eyyübilerin eline geçmiştir. Batıdaki Harput Artukileri’ne Selçuklular el koymuştur.

Keza Dilmaç Hanedanı’nın Erzen ve Bitlis’teki egemenliği de önce Celaleddin Harzemşah tarafından sonra ise Tatarlar tarafından yok edilmiştir.

Burada görülen olgu Haçlı seferlerinde Haçlılara karşı kahramanlık gösteren ordunun komutanı olan Selahaddin Mısır’a da egemen olan Eyyübilerin komutanı olmuştur.

Bu hanedan Selçuklu atabeylerinin devletinin yönetimine geçmesiyle ortaya çıkmıştır.

Bu haliyle bir Kürt hanedanlığından Kürt devletinden değil bir Türkmen devletinden bahsetmek mümkündür.

Keza Eyyübiler önce Türkmen bir Memlük olan Ayber tarafından iktidardan indirilmiş daha sonra Kıpçak olan Kutus ve Baybars Memluk Devleti’nin yöneticileri olarak Güneydoğu Anadolu ve Suriye üzerindeki politik ve askeri aktör gücünü yöneten hanedan Türklerin eline geçmiştir.

Bu coğrafi geometriye baktığımız zaman Memlükler Suriye üzerinden Güneydoğu Anadolu Dulkadir ve Zulkadir Beyliği ve Çukurova bölgesinde egemen olmuşlardır. Batıda Anadolu Selçukluları, İran’da Harzemşahların egemen olduğu bir coğrafyada 13. yüzyılda yeni bir tarihsel devrim ortaya çıkmıştır.

prof.Şener Üşümezsoy

Noventa said:
KemalistDevrim said:
Kürt, laboratuvar koşullarında üretilmiş ilk insan türüdür. Emperyalistler Doğu Sorunu’nu ortaya koyduklarında Kürt ortaya çıkmıştır.
Buna gerçekten inanıyor musun? yani Tarihi Gerçekler ben işte buna gülerim jiyan tam tersisin
ve lütfen yazılarını spoile al

kardeşim bunları ben değil bilim adamları yazıyor
bunlar jiyanın uydurması değil tarihi gerçekler
 
Bilim Adamı kimmiş söyle bakalım
jiyan bu forumun üyesi ve o da kürt milliyetçisinin teki asıl bu yazıları tarihi tek taaraflı değerlendiriyor
Code:
[spoiler][/spoiler]
yazılarını bu kod içine alırsan sayfa daha temiz olur
 
okudunmu onu söyle hemşerim
altta yazıyor zaten kimden alıntı olduğu
ve daha yeni başladım bakma arşivimden bu kadar hızlı
yüklüyorum biraz kopyala yapıştırcılık oldu ama

alıntı yapacaklarımı sayayım

prof. Şener üşümezsoy
doç. İnan kahraman oğlu
Gökçe fırat Türksolu başyazarı
öğretim üyesi ali özsöy
(gerekirse başka yazarda buluruz)

Ayrıca Kürt milliyetçiliği diye birşey olamaz kürtler tarihi gelişimde milletleşememiş bir topluluktur
Jiyan forum üyesi diye söyleyeceği herşey doğru değildir onun ki sadece kürt şovenizmidir(uğur mumcudanda bu konuyala ilgili alıntı yapayım istersen) kaldı ki beyimiz Kürt şovenizmi yapınca meşru biz tarihi belge sunuca ırkçılık hemi
yukarıda kurallardanda özellikle alıntı yaptım ben ırkçı değilimdir ırkçı yorumlarada karşıyımdır ama Türkçeyi koruyalım bölümünde bile Kürt ırkçılığı yapılıyorsa bir hop hemşerim demek şart bana belgeyle çık öyle yalan konuşuyorsun de
 
Kardeş ben yazılarını okumadım yanlış veya doğru bilmem ama sen öle biyerde açtınki akşam alayı kavga çıkar bu sayfalarda....
 
1-Okudum kardeşim merak etme
2-Irkçı yoruma karşıyım diyorsun yazılar ırkçı
3-laboratuvar koşullarında üretilmiş insan türü ne oluyor


 
Kardeş bencede kilitle boşver niye karıştırıyon sen forumu boş boş tabiki yazdığın yazılarda fikir beyan etmişin veya alıntı yapmışsın ama sonuç belli alayına ceza kavga....
 
bu forumda siyaset olmaz arkadaş ya bırakın böyle konuları insanları birbirine düşüreceksiniz
 
Noventa said:
1-Okudum kardeşim merak etme
2-Irkçı yoruma karşıyım diyorsun yazılar ırkçı
3-laboratuvar koşullarında üretilmiş insan türü ne oluyor

1-okudun ve ne mana çıkardın daha bekle uğur mumcuya doğan avcıogluna kadar inecez bu konuda kendi yorumlarımıda katacam merak etme
2-ırkçılık bir din köken yada cinsiyeti aşağılamak kendi kökenini üstün görmektir yazılar ırkçı değil objektif tarihi gerçektir
kaldıki sorunun varsa ırkçı bölümleri göster cevaplıyalım burada Kürt aşağılıktır biz üstünüz denmiyor Kürtlerin bir millet olmadığı söyleniyor kaldıki varsa Tarihi belge kanıt göster adam akıllı tartışalım eğer yoksa boşa yumurtlama
3-benzetmeden anlamıyorsan elden ne gelir abd ingiltere rusya gibi devletlerin 1800lerden beri Osmanlıdaki
asimilasyon politiksasında kullandığı bir kabile kökenli(aşiret) halktır denmeye çalışılıyor dün dersim isyanı
şeyh said bu gün pkk ve yarında kürdistanı kurmayı planlıyorlar bunlardan haberdar değilsen sende sorun var
 
Kürtlere ırkçı diyorsun bu da bir aşağılamadır tüm kürtleri çok eşli aile yapısı bozuk insanlarr olarak gösteriyorsun
Edit:Ben yazılara tamamen uydurma falan demedim ama içinde gerçek dışı bilgileri azımsayamadım
 
Searcy said:
Kardeş bencede kilitle boşver niye karıştırıyon sen forumu boş boş tabiki yazdığın yazılarda fikir beyan etmişin veya alıntı yapmışsın ama sonuç belli alayına ceza kavga....
egovic said:
bu forumda siyaset olmaz arkadaş ya bırakın böyle konuları insanları birbirine düşüreceksiniz

kavga çıksın ben alışgınım atılırız en kötü ihtimalle hiç değilse beni Türk şovenizti diye yollarla diğer Kürtçü arkadaşları yollamazlar yine ayrımcılık yapılmış olur kaldıki bunlar SİYASİ DEĞİL tarihi nitelikli yazılardır varsa Tarihi olaylara karşı bir sorunu olan eyvallah ama yeniden söylüyorum

ne selleadin eyübi konusu ne de Türkçe dilinin korunması konusunda bazı arkadaşlarla aynı fikirde değilim alın size konu beyanatı alın Tarihi belge alın size meydan oyun dışında tartışma forumundayız tartışılır olur biter kalitesiz yorum yapanda ceza alır

Noventa said:
Kürtlere ırkçı diyorsun bu da bir aşağılamadır tüm kürtleri çok eşli aile yapısı bozuk insanlarr olarak gösteriyorsun
Edit:Ben yazılara tamamen uydurma falan demedim ama içinde gerçek dışı bilgileri azımsayamadım

göster abi gerçek dışı bilgileri
 
KemalistDevrim said:
Kürt aile yapısı

Bunu besleyen bambaşka bir “aile yapısı” da önemli bir etken olarak hesaba katılmalıdır.

Genel olarak bu insanlar bir kabile hayatı yaşarlar. Bu kabileler çok çocuklu, çok kadınlı aile yapısından beslenir. Böylesi bir aile yaşantısının o ailedeki bireylerin psikolojisini ne şekilde biçimlendirildiği dikkatle incelenmelidir.

O, babasının sekizinci ya da onuncu oğludur.

O, kocasının üçüncü ya da beşinci karısıdır.

O, çocuk hesabına dahil edilmeyen beşinci kız çocuktur.

Şimdi böylesi bir ailede yetişen çocuklar için gerçekten çok vahşi bir rekabet ortamı bulunmaktadır.

Hiçbir zaman yeterli sevgi ve saygıyı bulamayacaklardır.

Kendi annelerinin yanında başka anneleri göreceklerdir.

Kendi babalarının yanında sadece kendi annesinin değil başka kadınların da olduğunu göreceklerdir.

Bu, çok acımasız bir ortamdır ve bu ortamda yetişen erkek çocuk, elbette ki sevgisiz ve özgüvenden yoksun olacaktır. Yine bu onu ciddi bir rekabete, hak arayışına ve şiddete yöneltecektir.

Bu tür bir ataerkil kabile yaşantısı çözülmedikçe, bir Kürt hep kalabalıklar içinde yapayalnız, güçsüz, her an aldatılmaya hazır, her an dışlanabilecek, yerini dolduracak birilerinin ve birçoklarının bulunduğu bir ortamda kendisine ait bir kimlik geliştirecektir.

Bu kimlik psikolojik olarak bir yoksunluk, dostsuzluk, anasızlık, babasızlık ve yalnızlıkla biçimlenecektir. Bunun dengelenmesi ise çok büyük bir “yok sayma” ve “yok etme” ile olabilir. Bunun yolu da ırkçı nefrettir.

Bana en saçma gelen bu mesela
 
Ne yazıkki günümüzde böle bir aile yapısı var ama bu kürtlere özgü birşey değil.

EDİT: Mesela orda yazılan doğru bir bilgi: Bir çocuğun babannesi varken annesine anne diyememesi ve birbirlerine izinsiz konuşamaması.
 
Diyap Ağa diyor ki:
Ben Kürt değil Türk’üm!


Türkiye haftalardır Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’na katılıp katılmadığını tartışıyor.

TÜRKSOLU’nun ortaya koyduğu bir gerçek var: Kürtler Kurtuluş Savaşı’nda da

Çanakkale Savaşı’nda da yoktu. Hatta, bu iki savaşa katılmadıkları gibi

Türklerin düşmanlarıyla açık işbirliği yaptılar. Tüm bu gerçekleri belgeleriyle birlikte ortaya koyduk.

Ve meydan okuduk: Buyurun, Kürtler Kurtuluş Savaşı’nda var ise siz de rakamları ortaya koyun. Belgeleri ortaya çıkartın...

Ama hiçbiri belge ortaya koymadı ve yalanlarla milleti kandırmaya çalıştılar.

Şimdi de bu yalanlarını ortaya çıkarıyoruz.

Diyap Ağa
Kürt değildi ki Türk’tü!


Aydınlık’ın sürekli kullandığı bir fotoğraf vardır: Mustafa Kemal’in Dersim mebusu Diyap Ağa’yla resmi. Bu resmi Kurtuluş Savaşı’ndaki Türk-Kürt kardeşliğinin bir kanıtı olarak sunarlar. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk hakkında ne zaman bir Kürtçü çarpıtma yapmak isteseler, bu resmi kullanırlar.

O kadar ki, bunu 2000’e Doğru’da bile yapmışlardı. 2000’e Doğru, Perinçek’in 1987-1993 yılları arasında çıkardığı ve neredeyse PKK yayın organı gibi çalışan bir dergiydi. O dergide “Atatürk: Kürtlere Özerklik” başlıklı haberlerinde de bu fotoğrafı kapağa çıkarmışlardı.

Perinçek, “Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası” isimli kitabının kapağına da aynı resmi koymuştu.

Aydınlıkçılar Kürtçü tezlerinin kanıtı olarak yıllardır Diyap Ağa’yı gösterirler, ama Diyap Ağa’nın kendisini Kürt değil Türk olarak nitelendirdiğinden hiç bahsetmezler.

Şimdi bu çok büyük çarpıtma ve kandırmacayı gerçeklerle ortadan kaldıralım.

1931 yılında Diyap Ağa’yla yapılmış bir röportaj var. (Enver Behnan, “İlk Millet Meclisinin Yüz Yaşındaki Mebusu Anlatıyor”, Yeni Gün, 27 Temmuz 1931)

Diyap Ağa Kurtuluş Savaşı’na nasıl katıldığını şöyle anlatıyor:

“Gavur Anadolu’yu sardı. Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve diyanet ırz ve namus, Türklük tehlikeye düştü. İşittik ki Erzurum taraflarında can kurtaran bir Paşa çıkmış. Meclis kuracakmış. Onu hep gözledik. Öğrendim ki bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. Onun büyük yüzünü görmeğe can attım. ”

Görüldüğü gibi Diyap Ağa Kurtuluş Savaşı’na Perinçek’in iddia ettiği gibi “Türk ve Kürtlerin ortak vatanını kurtarmak için” değil “Türklük tehlikeye düştüğü” için katılmış!

Ve herhangi bir protokolle, özerklik vaadiyle kandırılarak değil, vatanı kurtarmaya karar veren Mustafa Kemal’in peşinden gitmek için ve O’nun “büyük yüzünü görmek” için katılmış!

Üstelik Diyap Ağa tüm bunları Cumhuriyet’in kuruluşundan 8, Şeyh Sait isyanından 6, Ağrı isyanından 1 yıl sonra, 1931’de söylüyor.

Perinçek’in sürekli alıntı yaptığı bir konuşması vardır Diyap Ağa’nın. O konuşmada da Diyap Ağa’nın Kürtler adına konuştuğu ve “Türk-Kürt kardeşliği”nden bahsettiğini iddia eder. Bakın Diyap Ağa 1931 yılında o konuşmasından nasıl bahsediyor:

“Lozan Konferansı sırasına kürsüye çıktım. Aha bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Dedim ki, (...)?Gerek Şafii, gerek Hanbeli, gerek Hanefi hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Biz Kürt değil, biz Türk’ üz. Şimdiden sonra mı ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız.”

Gördünüz mü? Perinçek’lerin Kurtuluş Savaşı’nda Kürtler var derken kanıt olarak gösterebildikleri bir tek Diyap Ağa var. O da “Ben Kürt değil Türk’üm” diyor.

Ve Meclisteki tek konuşmasını da aşiretine Kürt diyenlere sinirlenip yapıyor!



Diyap Ağa’nın
yıllardır gizlenen röportajını yayınlıyoruz:


Bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış,
bunu duyunca kızdım.

Biz Kürt değiliz, biz Türk’üz.

Türklük tehlikeye düştü. Kurtuluş Savaşı’na katıldım.

Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, kıymetini bilelim.


Millet Meclisi’nin ilk azalarından Diyap Ağa’ya Karaoğlan’da rast geldim. Felaket ve zafer günlerinin bu bir hatırası olan bu aksakallı ihtiyara yaklaştım. Selam verdim ve kendimi tanıttım. Ertesi günü Natbantoğlu Hıfzı Bey’le beraber misafir kaldığı Kayseri Oteli’ne gittik.

Otelin avlusunda bu tarihi şahsiyetle karşı karşıya idik. İri ak kaşlarını kaldırdı, mavi gözlerini gözlerime dikti:

— Oğul sen beni nereden tanıyorsun? dedi.

— Birinci Millet Meclisi’nde Dersim Mebusu idiniz, sizi o zaman tanımıştım.

— Aha!.. Unutmamışsın.

— Memleketin kurtuluşuna koşanlar hiç unutulur mu? dedim sonra ilave etti:

— Benden ne soracaksın?

— Nasıl mebus olduğunuzu Birinci Millet Meclisi’nde neler gördüğünüzü ve hayatınızı soracağım!

— Sor ki, söyleyem.

Sordum, şunları anlattı:

Diyap Ağa bugün bir asrı idrak etmiştir, yani tam yüz yaşındadır İkinci Mahmut zamanında doğmuş ve Türkiye’de ilk gazete ile hemtevellüttür.

1831 tarihinde dünyaya gelmiştir. Doğduğu yer Çemişkezek kazasının Eğerek karyesidir. Babasının adı Seyyit Han, dedesi Kahraman Ağa’dır. Mensup olduğu aşiret Ferhat uşağıdır. Hayatını Dersim’in Balıkkayalı Dağlarında atlı olarak geçirmiş. Ferhat Uşağa reis olmuştur. Üç yüz adamı ile dağdan dağa koşmuş, tam bir Türkmen hayatı yaşamıştır. Birçok mücadelelerle girmiş olan bu efsanevi dağ adamı, bin bir ölüm tehlikesi geçirdikten sonra, Sultan Abdülhamit’in fermanı ile de Dergâhı âli Kapıcıbaşılığı rütbesini almıştır. Dersim havalisinde teşkilat yapmağa gelen altı Ermeni komitacısını yakalamış ve bunların ellerini ayaklarını bağlayarak Yıldız Sarayı’na yollamıştır.

Bundan sonra bir müddet Nahiye Müdürlüğü ve Mahkeme azalığında bulunmuştur. Sekiz defa evlenmiş, on beşe yakın çocuğu olmuştur. Hiçbiri sağ değildir. Bunlar arasında eceli ile ölen yoktur.

— Ağam okumak yazmak bilir misin?

— Mebus olanda bilmezdim. Allah, Büyük Gazi’ye ömür versin. Yeni harfleri öğrendim.

— Nasıl Mebus çıktınız?

— Gâvur Anadolu’yu sardı: Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve diyanet ırz ve namus. Türklük tehlikeye düştü. İşittik ki Erzurum taraflarında can kurtaran bir Paşa çıkmış. Meclis kuracakmış. Onu hep gözledik. Öğrendim ki bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. Onun büyük yüzünü görmeğe can attım. Fakat o zaman olmadı. Sonra Sivas’a oradan da Ankara’ya gelmiş.

Bu zaman bizden iki mebus istedi. Herkes korktu, ihtiyar halimle vatanı kurtaranların yanına koşmayı, hatta başımı bile vermeyi göze aldım.

Bana “gitme ölürsün” dediler. “Zaten herkes mahvoluyor, varam, gidem, onlara ulaşam, hep beraber ölek” dedim.

Benimle mebus seçilen Ayas Uşağı aşiretinden Zeynozade Mustafa Ağa korktu, gelmedi. Ben yanımda bir uşağım, atlara atladık, Elâziz’e geldim. Elâziz’de bana harcırah verdiler. Oradan bir yaylı araba tuttum. Malatya, Sivas, Kayseri yolu ile on sekiz günde Ankara’ya vardım.

— Nerede kaldınız?

— Taşhan’da bir müddet kaldım, sonra Hacı Bayram’da bir ev tuttum.

— Kaç senesinde geldin?

— 1336 senesinde geldim.

— İlk defa Meclis’e nasıl girdin?

— Dersim’den tanıdığım Hasan Hayri Bey vardı. Beni Meclise o götürdü. Kapıdan içeri girince yüreğime bir şevk geldi. Gözüm yaşardı. Burasını mektebe benzettim, kara kara sıralar vardı. Bir sıranın bir köşesine ben de çöktüm. Biraz sonra Hasan Hayri Bey, beni dışarı çıkardı. Bir odaya götürdü.

— Odada kimler vardı?

— Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, Kâzım Paşa vardı. Gazi Paşa ile birbirimizin elini tuttuk. “Safa geldin Ağa” dedi. Beni Paşalarla tanıştırdı. Yanında oturdum. O dakikada Paşa’ya gönlüm ısınıverdı. Gözümü, gözlerinden ayırmadım. Bu büyük adamla cenge değil, bastonuma dayana dayana ölüme bile giderdim.

— Hiç Millet Meclisi kürsüsüne çıktın mı?

— İki kere çıktım. Bir sene geçmişti. Daha Mustafa Ağa gelmemişti. Meclis’te onun lafını ediyorlardı. Anladım ki Mebusluktan çıkaracaklar. Kürsüye geldim. Konuşanlar bile sustu. Herkes bana şaştı. Diyeceğimi bekliyorlardı. Dedim ki: “Mustafa Ağa’ya telgraf vurdum, yan gelir, yan gelmez, ola ki gele.” Hep bir ağızdan bağrıştılar, el çırptılar.

— Başka yok mu?

— Bir kere de Lozan Konferansı sırasında kürsüye çıktım. Aha bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Gene sustular: “Lâilaheillâh Muhammedürresullâllah” dedim. “Gerek Şafiî, gerek Hambelî, gerek Hanefî hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Biz Kürt değil, biz Türk’üz. Hepiniz Lâilaheillâh demişsiniz. Şimden sonra mı, ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız.” dedim. Gene el çırptılar, İsmet Paşa ayakta kürsünün yanına gelmiş, sakalımın dibine yaklaşmıştı. O da coştu, o da el vurdu.

— Ağam o zamanlar, sizin bir ecnebi kadına aşık olduğunuzu söylemişlerdi?

— Aha canım! Ben Meclis’te büzülmüş otururdum. Yukarıya bir gâvur karısı gelmiş, beni görmüş sormuş: Meclis dağıldı, dışarı çıkıyordum. Kara Bekir kolumdan tuttu beni riyaset odasına götürdü. Hep Paşalar ayakta idiler, aralarında güzel bir kadın gördüm. Paşa Hazretleri dedi ki:

— Ağa bu kadın seni sevmiş! dedi.

— Kadın elimi tuttu. Ben de yüzüne bakarak şu beyti söyledim:

Sev seni seveni hâk ile yeksan etse de

Sevme seni sevmeyeni Mısır’a sultan etse de.

Hep gülüştüler. Kadın resmimi istedi: “yarın gel yan yana bir resim çıkarak” dedim. Bir daha görünmedi.

— Ağa kanunları nasıl yapıyordunuz?

— Kanun yapmak, tıpkı yayıkta yağ yapmağa benziyor. Çalkalıyorduk, çalkalıyorduk. Yayıktan yağ çıkar gibi kanun da çalkalana çalkalana çıkıyordu.

— Bir zaman seyahate çıkmıştınız?

— Evet. Bir gün Meclisin kapısı önünde idik. Gazi Paşa Hazretlerine dedim ki: “Allah düzenimizi bozmasın, şanımızı arttırsın, kılıcımızı keskin, talihimizi açık etsin” dedim. Bunu dediğim zaman gözümden yaş aktı. Paşa Hazretleri, beni kolumdan tutarak otomobiline aldı. Beraberce Eskişehir’e seyahat ettik. Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, çok büyük bir adamdır. Kıymetini bilelim, ne diyem, bana çok şefkat ve muhabbet gösterdi. Allah da onun sevenini çok etsin. Bizim Meclisimizde bir duamız bir de arkadaşlara iman vermemizden başka bir gayretimiz olmadı.

— Ankara’yı nasıl buldunuz?

— Cennet olmuş, şaştım kaldım. Tanınmaz bir hale gelmiş. Çalışanların gayreti var olsun.

— 12 sene sonra bu seyahatiniz ne içindir?

— Gazi Hazretlerini ziyarete geldim.

— Arzunuz nedir?

— Hey oğul, ihtiyarlıktan çalışamıyorum. Memlekete çok hizmet ettim. Son ömrümde devletimden ve milletimden bir tekaütlük maaşım almağa geldim. Bu işim de olursa mesut olarak memleketime döneceğim!

Perinçek Kara Fatma’yı nasıl Kürt yaptı

Aydınlık bir kapakla komediye katkıda bulunmuş: “Kürtler Bu Vatan için Savaşmadı mı?”

Kürtlerin de Kurtuluş Savaşı’na katıldığını iddia etmişler, ama Kürtlerin katılımıyla ilgili tek bir rakam, resmi belge ya da açıklama koyamamışlar. Tek tük insanların “Ben Kürdüm ve Kurtuluş?Savaşına katıldım” açıklamaları dışında ortaya konulan hiçbir şey yok!

Mecburen Soner Yalçın’ın çarpıtma yöntemine başvurmuşlar: Kurtuluş Savaşı’na katılan Türkleri Kürt olarak göstermek. Soner Yalçın türküleri çarpıtıyordu, Aydınlık da fotoğrafları çarpıtmış.

Örneğin Kara Fatma’nın fotoğrafını basmışlar. Erzurumlu ya, onu da Kürt yapıvermişler. Halbuki Kara Fatma’nın öyküsü, Kuvayı Milliye tarihinin en ünlülerinden biridir. Düşman işgali başlayınca görev almak için Sivas’a kadar giden Kara Fatma, kadın olduğu söylenince şu yanıtı vermiştir: “Kadın isem de Türk değil miyim?” Ve ancak böyle Mustafa Kemal’le görüşebilmiştir!

Erzurumlu Kara Fatma’yı, Kurtuluş Savaşı’na katılan Kürtlerin örneği olarak gösteren çarpıtma komedisi bununla da yetinmiyor. Atatürk’ün cepheye cephane taşıyan Ankaralı devecilerle yaptığı ünlü bir görüşme fotoğrafı vardır. İşte o fotoğrafla Atatürk sanki Kürt beyleriyle görüşüyormuş yanılsaması yaratmak istemişler!

Kastamonu’da sırtında bomba taşıyan kadınlarımızın resmini de koymuşlar. Sanırsınız cepheye yardıma giden Kürt kadınları!

Halbuki, Kuvayı Milliye’nin binlerce fotoğrafı var. Bir tanesinde bile düşman askerleriyle savaşan Kürdü bulamamışlar ki, Türk askerinin, Türk kadınının, Türk devecisinin resmini basmaktan başka çareleri kalmamış!..

Bu bile, Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerin olmadığının güzel bir kanıtıdır...

Aydınlık’ın bir başka çok önemli çarpıtması daha var: Bütün Doğu Cephesi’ni Kürtlerin savaştığı bir cepheye dönüştürmüşler. Perinçek “Şarkta istinat yaratarak İzmir’i kurtarmak” başlıklı bir başyazı yazmış. Ve Mustafa Kemal’in Doğu Cephesi’ne ne kadar önem verdiğini, Doğu illerini kurtarmak için yapılanları anlatmış. Hatta ilk kongrenin Erzurum’da toplanmasını örnek vermiş.

Gören de Atatürk Erzurum Kongresi’ni Kürtlerle topladı sanacak! Doğru, kongreye Türkiye’nin dört bir tarafından yüzlerce kişi davet edilmişti. Bunların arasında çeşitli Kürt aşiretleri de vardı. Ancak çoğu Kürt aşireti bu davete zaten yanıt vermemişti. Erzurum Kongresi’ne katılan az sayıdaki Kürt aşiretinin hiçbiri Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar Mustafa Kemal’in yanında kalmadı. Zaten kalsalar, verdiğimiz şehit rakamlarına bu yansırdı. Üstelik Mustafa Kemal’e sadık kalmak bir yana çoğu aşiret (Mutki Aşireti gibi) zaten Cumhuriyet döneminde isyan etmişti!

Unutturulan bir gerçek daha var. Doğu Cephesi’ndeki askerlerimiz, Sovyetler’le yapılan anlaşmalarla Doğu sınırları belirlendikten sonra Batı Cephesi’ne yardıma gelmişti. TÜRKSOLU’nun verdiği Kurtuluş Savaşı şehitleri rakamlarında işte Doğu Cephesi’nden gelen bu askerler de bulunmaktadır. Madem Doğu Cephesi Kürtlerden oluşuyordu, bu niye bizim verdiğimiz rakamlara yansımıyor?

Aslında Perinçek burada bir çarpıtmadan da öte büyük bir bölücülük örneği göstermektedir. Kurtuluş Savaşı’na katılan Kürtlere örnek bulamayan Aydınlık, çareyi tüm Doğu Cephesi’ni birden Kürtlere mal etmekte bulmaktadır.

Anlayacağınız PKK’nın yıllardır yapamadığını bir çırpıda gerçekleştiriveriyorlar! Yani tüm Doğu’yu Kürtlere veriyorlar!

Nâzım Hikmet ve Kürtler


Nâzım,’ın şiirlerinde, oyunlarında, romanlarında Kürdü bulamazsınız. Hele hele Kuvayı Milliye Destanı’nda bugün kimilerinin iddia ettiği “Kurtuluş Savaşı’nda beraber savaşan Türkler ve Kürtler”in tek bir örneği yoktur. Sırf bu bile, Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’na katılmadığının bir göstergesidir.

Soner Yalçın bu konuya da dokunmadan duramamış: “Nâzım Memleketimden İnsan Manzaraları ve Kuvayı Milliye Destanı kitaplarında Anadolu’daki Milli Mücadele’yi anlatırken Kürtlerin hikayelerinden bahsetti. Antep, Urfa, Maraş savunmalarında hep onların yiğit direnişinden bahsetti. Tek başına ‘Karayılan Destanı’ bile Nâzım Hikmet’in kardeşliği ne kadar yücelttiğini gösterdi.”

Karayılan da Kürtmüş de bizim haberimiz yokmuş! Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerin de katıldığı ancak böyle ispatlanabilir zaten. Yılların türküsü çarpıtılır ve Türk kelimesi Kürt yapılır. Yılların Türk’ü, soyağacı belli, Türkmen kökenli olduğu ispatlanmış Karayılan Kürt yapılır... Olmayan bir şey de böyle savunulabilir zaten. Kurtuluş Savaşı’nda Kürt yoksa yapacakları şey gayet basit, katılan Türkleri Kürt yapıverirsin olur biter!

Soner Yalçın, Nâzım’a ait olduğunu iddia ettiği bir de mektup yayınlamış. Mektup Kamuran Ali Bedirhan’a yazılmışmış. Bir cümlesi şöyle: “O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri ‘Vurun Kürt uşağı namus günüdür’ diye başlar.” Böylece Soner Yalçın’ın Karayılan türküsüyle ilgili çarpıtmasının kaynağını da öğrenmiş oluyoruz. Halbuki, mektubun Nâzım’a ait olduğu kesin değil. Zaten varlığını bir tek Bedirhan iddia ediyor. Hatta mektubun aslı o öldükten sonra bulunmuş. Ancak iki satır Nâzım okumuş olanlar mektuptaki üslubun Nâzım’a ait olmadığını hemen anlar. Tabii iki satır Nâzım okumuş olanlar.

Üstelik Soner Yalçın bir başka büyük çarpıtma yapıyor ve Bedirhan’dan Sorbon Üniversitesi Kürt Dili Profesörü diye bahsediyor. Gören de, Bedirhan bir bilimadamı sanacak! Halbuki Bedirhan aşireti en işbirlikçi, en Türk düşmanı Kürt aşiretlerinden biridir. 1840’larda Ruslarla işbirliğinde ayaklanmışlardır. Çanakkale Savaşı’nda da Kürtler yoktu dediğimizde, rakamlara karşı çıkamayıp “Kürtler de Sarıkamış’ta çarpıştı” diyenlere de en güzel yanıtı Bedirhanlar verir: Aşiret liderleri Yusuf Kâmil Bey, 1916 yılında Rus işgali sırasında Erzurum ve Bitlis’te valilik yapmıştır!

Sıradan bir profesör gibi sunulan ve sözüne inanmamız istenen Kamuran Ali Bedirhan işte böyle bir aşiretin liderlerindendir. Üstelik Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk’e suikast planlayanlar arasındadır. Sivas Kongresini basarak Atatürk’ü tutuklamak istemiş, bu girişim Karabekir’in olayı haber almasıyla önlenmiştir. Daha sonra gıyabında ölüme mahkum edilmiştir. 1931’deki Ağrı isyanının da liderleri arasındadır. Şu sözün de sahibidir: “Kürtler, İsrail’in doğal müttefiğidir.”

Kürt fedaileri
neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz?


Dikkat edin, tüm bu tartışmalarda, hiçbir Kürt çıkıp da kardeşim biz de Kurtuluş Savaşı’nda vardık demiyor. Örneğin, DTP’liler hep sessiz kalıyorlar.

Kalırlar tabii... Yalnızca Kurtuluş Savaşı’nda olmadıkları için değil, olmak istemedikleri için de.

Örneğin, çok örnek verilen Diyap Ağa’ya geri dönelim. Diyap Ağa, Kürt hareketleri tarafından hep işbirlikçilikle, Kürtlüğünü unutmakla suçlanmıştır. Ama bizim ihanetle suçladığımız, Koçgiri isyanları, Milli Aşireti isyanları, Şeyh Sait isyanları, Ağrı isyanları, Dersim isyanları, bütün Kürt hareketleri tarafından sonuna kadar savunulmuştur.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslarla işbirliği yapan Şeyh Ubeydullah’ı da sahiplenirler. 1916’daki Rus işgalinde işbirlikçi valilik yapan Yusuf Kâmil Bey’i de, üzerinden İngiliz askeri üniformaları çıkan Şeyh Sait yandaşlarını da, İngiliz-Fransız işbirlikçisi Dersim isyanının elebaşı Seyit Rıza’yı da...

Bu isimler, bizim için haindir ama Kürt hareketi için birer ulusal kahramandır.

Zaten mesele de budur. Onların sözde kahramanlarının bütün yapabildiği emperyalistlerin desteğini alıp Türk’e saldırmaktan başka bir şey değildir.

Bugün PKK’nın yaptığı da farklı bir şey değil zaten. Atalarının Kurtuluş Savaşı sırasında yaptığını inkar etmek, bugün yaptıklarından vazgeçmek anlamına gelecektir. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılara karşı savaştıklarını söyleyemezler.

Savaşmadıkları için değil sadece. Yunanistan’da ve Kıbrıs Rum Kesimi’nde o kadar kampları var, onun için. Sarıkamış’ta Ermenilere ve Ruslara karşı savaştıklarını söyleyemezler çünkü Rusya ve Ermenistan’da da kampları var. Güney Cephesi’nde Fransızlara karşı savaştıklarını da iddia edemezler, çünkü bütün Avrupa bugün arkalarında...

Türklerle Kürtlerin birlikte Kurtuluş Savaşı yürüttükleri yalanını o yüzden Kürtler değil de Soner Yalçın’lar, Fatih Altaylı’lar, Perinçek’ler. Mehmet Ali Birand’lar atıyor. Emin olun bu bir görev paylaşımı. PKK vuracak, Kürdü örgütleyecek. Bunlar da PKK’ya karşı çıkmak isteyen Türk’ün örgütlemesini engellemek için bu yalanları pazarlayacak.

Apo’yla Bekaa’ya gidip kimler görüşmüştü bir hatırlayın... Perinçek, Altaylı ve Birand!

Perinçek, Apo’yla görüştüğü dönemde dergisi 2000’e Doğru’nun Ankara Bürosu çalışanları arasında Soner Yalçın da vardı!

Bu bir tesadüf değil. Siyasette tesadüfün yeri olmaz. Tercihler vardır. Ya Kürt tarafındasınızdır ya da Türk tarafında... Ya Kürdün avukatı olursunuz ya da mazlum Türk’ün.

doç. özgür erdem

Noventa said:
KemalistDevrim said:
Kürt aile yapısı

Bunu besleyen bambaşka bir “aile yapısı” da önemli bir etken olarak hesaba katılmalıdır.

Genel olarak bu insanlar bir kabile hayatı yaşarlar. Bu kabileler çok çocuklu, çok kadınlı aile yapısından beslenir. Böylesi bir aile yaşantısının o ailedeki bireylerin psikolojisini ne şekilde biçimlendirildiği dikkatle incelenmelidir.

O, babasının sekizinci ya da onuncu oğludur.

O, kocasının üçüncü ya da beşinci karısıdır.

O, çocuk hesabına dahil edilmeyen beşinci kız çocuktur.

Şimdi böylesi bir ailede yetişen çocuklar için gerçekten çok vahşi bir rekabet ortamı bulunmaktadır.

Hiçbir zaman yeterli sevgi ve saygıyı bulamayacaklardır.

Kendi annelerinin yanında başka anneleri göreceklerdir.

Kendi babalarının yanında sadece kendi annesinin değil başka kadınların da olduğunu göreceklerdir.

Bu, çok acımasız bir ortamdır ve bu ortamda yetişen erkek çocuk, elbette ki sevgisiz ve özgüvenden yoksun olacaktır. Yine bu onu ciddi bir rekabete, hak arayışına ve şiddete yöneltecektir.

Bu tür bir ataerkil kabile yaşantısı çözülmedikçe, bir Kürt hep kalabalıklar içinde yapayalnız, güçsüz, her an aldatılmaya hazır, her an dışlanabilecek, yerini dolduracak birilerinin ve birçoklarının bulunduğu bir ortamda kendisine ait bir kimlik geliştirecektir.

Bu kimlik psikolojik olarak bir yoksunluk, dostsuzluk, anasızlık, babasızlık ve yalnızlıkla biçimlenecektir. Bunun dengelenmesi ise çok büyük bir “yok sayma” ve “yok etme” ile olabilir. Bunun yolu da ırkçı nefrettir.

Bana en saçma gelen bu mesela

Tabi canım kürtler ne aşiret olarak yaşar ne çok eşli değilmi piskoloji bilimide uydurna be abi her çocuğun 5 10 ana babası olmalı  :grin:
 
Noventa said:
İşte onu diyorum genelleme yapmışsın her çocuğun 5-10 anası var diye

hayda tamam babam haklısın genelleme yapmayalım istisnalar kaideyi bozmaz güçlendirir orada genel aşiret yapısı irdelenmektedir kabile hayatıda afrikadaki kabilelerdede aynı sorun var o zaman yine genlleme oluyo tabi dimi :mrgreen:
 
Status
Not open for further replies.
Back
Top Bottom